30 Nisan 2014 Çarşamba

Elif Şafak - Ustam ve Ben

Elif Şafak’ı çok mu seviyorum nefret mi ediyorum bilemiyorum. Çok ince bir çizginin bir sağına bir soluna geçip duruyor duygularım. Bazen diyorum ki yaratıcı, hayal gücü geniş, iyi kurgular yapıyor. Kimselerin tarzına benzemeyen özgünlüğünü seviyorum, beğenerek okuyorum, daha ne beklentim var ki bir yazardan? Bazen de diyorum ki özel hayatında yaptığı tercihleri ile ülkesini bu denli kötülemesi ile ne yazsa da okunmayarak cezalandırılmalı bu kadın. Bir dönem twitterdan takip ederdim kendisini. Malum eserleri İngilizce yazıldığı ve onlarca dile çevrildiği için takipçilerinin arasında hatırı sayılır ölçüde yabancı kişi var. Hemen hemen her gün Türkiye ile ilgili kötü bazı olayları, haberleri vs. İngilizce olarak da yazar, hep kötü yorumlarda bulunurdu. Türkçesini okuduğumda haklı bulduğum ancak İngilizce yazılmasından rahatsız olduğum konular bunlar. Ben ülkemi beğenmeyebilirim, eleştirebilirim, yanlışının düzeltilmesi için elimden ve dilimden geleni ardıma koymayabilirim ama kol kırılır yen içinde kalırcıyım. Elin adamına ne arkadaş senin ülkendeki yanlışlardan. Sen ki bunca insan tarafından takip edilen bir yazarsın, senin hep olumsuz yorumlarını okuyan insanlar sadece geri kalmış, cahil, bağnaz bir 3. Dünya ülkesi olduğumuzu düşünürler. Bir kere de bir sanat festivalinden bahset, bir kere de iyi bir şey söyle. Valla turist savar kadın ya :) Sonunda dayanamayıp takibi bıraktım zaten. Ama kitaplarını hala bırakamadım. Dediğim gibi hem kızıyorum hem okuyorum kendisini. Bu sefer de son kitabı Ustam ve Ben’i bitirdim ve hemen size de anlatayım dedim.



Kitap daha piyasaya çıkmadan intihalle suçlandı. Sonra bazı gerçeklik/inandırıcılık eleştirilerine maruz kaldı. Hatta şiddetle okumanızı tavsiye edeceğim bir eleştiri de mimari alanından geldi. Eleştiri yazısı için tık tık

Böyle eleştirilerle karşılaşınca daha bir merak uyandırıyor kitap. Bazen reklam için bilerek mi yaratılıyor bu kadar çatışma diye bile düşünüyorum :)

Kitaba kuş bakışı bakacak olursak, hikaye şöyle.; annesi ölünce nefret ettiği üvey babası ve ablalarını geride bırakarak bir gemide çalışmaya başlayan Cihan’ın kaderi, aynı gemide seyahat eden Çota isimli fil ile değişir. Geminin kaptanı Delibozuk Reis, öldürülen filbazın yerine Cihan’ın geçmesini sağlar ve karşılığında saraydan kendisine hırsızlık etmesini ister. Böylece saraya giren Cihan, hem filbazlık yapmaya başlar hem de Mimar Sinan’ın 4 çırağından biri olmayı başararak onun yaşamına ve eserlerinin yapımına da eşlik eder. Mihrimah Sultan’a âşık olan ve bu aşkı bir ömür boyu kalbinde taşıyan Cihan, yaşadığı sürece 3 padişah dönemine tanıklık ediyor; Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat.

Romanda ne sarayı anlatıyor Şafak ne de Mimar Sinan’ın hikâyesini. Her şeyden bir tutam konulmuş kitaba. Biraz aşk, biraz ihanet, biraz entrika, kardeş katliamı, eşcinsel ilişki, umut, hüzün, yıkım, hüsran, ezilmişlik, dışlanmışlık ve daha nicesi. Ama en çok o dönemin İstanbul hayatı var bence. Zengini, fakiri, sahafı, elçisi, Romen’i, sultanı, içoğlanı, dadısı ile İstanbul’u yaşadım ben. Karakter açısından da alışkın olduğumuzdan fazla kişi var romanda ama kafa karıştırıcı bir etki yaratmıyor aksine hepsinin hikâyesini keyifle takip ediyorsunuz.

Üstüne çok yazılıp çizilen bu eser için benim anlatacaklarım bu kadar. Okumamış olanlar vardır diye daha detaylı değinmeye çekiniyorum. Siz de okudunuzsa nasıl bulduğunuzu söyler misiniz? Ya da Elif Şafak hakkında ne düşünüyorsunuz, bilmek isterim doğrusu.

Sevgiyle kalın :)