Sevgili prenseslik benim neyime beni mimlemiş. İlk defa resmi olarak mimlenmiş bulunuyorum, çok heyecanlıyım efendimm :) Prenseslik benim neyime'ye çok teşekkür ediyor ve hemen yanıtlara geçiyorum.
1) en sevdiğin renk?
Aksesuarda kesinlikle kırmızı. İş yerinde çalışma masamın üzeri kırmızı objelerle doludur. Ancak kıyafette yeşili tek geçerim. Yine de tek cevap verilmeli ise "kırmızı candır".
2) en sevdiğin çiçek?
Lale. Beyaz lale. Sevgili eşime kolaylık oluyor aslında. Senede sadece 2-3 ay sevdiğim çiçek piyasada bulunabildiği için öyle her özel günde çiçek derdine düşmüyor adam nasılsa bizimkinin sevdiği çiçeğin mevsimi değil diye :)
3) en sevdiğin yemek/sebze/içecek?
Makarna - herhangi bir bol kalorili sosla :)
Patlıcan - mutlaka etli bir yemek halinde
Kahve - bol sütlü ve şekersiz
Yalnız bir de peynire deli olurum (türü fark etmez ne olsa yerim hatta zaman zaman kendimi buzdolabından aşırırken bulurum) ona yer vermeden geçemedim.
4) en sevdiğin yerli yabancı şarkı?
Her hafta, bilemedin her ay değişir bu liste benim için. Son günlerde en çok Pink - Just Give Me a Reason ve Model - Değmesin Ellerimiz dinliyorum ama siz bu yazıyı okurken ben çoktan başka bir şarkıya geçmiş olabilirim :)
Edit: Robbie Williams - Feel galiba hiç sıkılmadan senelerdir dinleyebildiğim tek parça olarak kayıtlara geçebilir.
5) en sevdiğin komedyen?
Yerli - Cem Yılmaz
Yabancı - Jim Carrey (bence komedyen sayılır yani. Öyle değil mi)
6) en sevdiğin kız-erkek ismi?
Canan / Efe İleride çocuk sahibi olursam çocuklarıma da vereceğim isimler olur kendileri :)
7) en sevdiğin kitap?
Özel olarak "en sevdiğim" kitap yok. Ben kitapları çok severim zaten. Ancak okurken en keyif aldığım kitap olarak şu anda aklıma gelen "Serenad - Zülfü Livaneli"
8) en sevdiğin yerli-yabancı oyuncu?
Tom Cruise - Evet biraz çocukluk ve gençlik aşkım olur kendisi hatta eşim kendisini kıskanmaktadır :)
Halit Ergenç'i çok severim ama Kıvanç Tatlıtuğ da bu işi iyi becerdi sanki değil mi?
9) en sevdiğin yerli yabancı film?
Çağan Irmak'ın bütün filmleri benim için "en"dir.
Yabancıyı baya düşündüm ama galiba Nothing Hill diyeceğim.
10) en sevdiğin yerli yabancı dizi?
Muhteşem Yüzyıl izlediğim tek yerli dizi ve gayet de ayıla-bayıla izliyorum :)
Yabancı dizilerimi say say bitmez ama tüm zamanların en sevdiğim yabancı dizisi son sezonunu oynamakta olan How I Met Your Mother
11) en sevdiğin yerli yabancı şehir?
Offf İstanbul offfff. Ne seninle ne sensiz.
New York ise sadece bir defa gitmiş olmama rağmen açık ara en sevdiğim yabancı şehir.
13) en sevdiğin mevsim gün ay?
Şimdi mevsim olarak hangisine girer ben de tam çıkaramıyorum ama dışarıya kısa kollu ile çıkacağım kadar sıcak, bunaltıp-terletmeyecek kadar serin olan mevsim favorim :) Cumartesi dediğin candır. Ekim'e de özel bir ilgim yok ama sonuçta doğduğum ay olduğu için kendisine torpil yapabilirim :)
14) en sevdiğin kıyafet/ kıyafet tamamlayıcı/ takı?
Sevgili tektaşım her Allah'ın günü benimledir, ayrıca küpesiz çıkmam abi :)
15) en sevdiğin makyaj malzemesi/bakım ürünü?
Hepsini seviyorum, hepsini. İnsan çocuklarını nasıl ayırır :) Ama vazgeçemeyeceğim şey el kremi ve dudak balmı. Onlarsız acı çekiyorum. Cidden, fiziki acı yani :) kuruluğu siz düşünün artık.
16) en sevdiğin çizgi karakter?
Tazmanya canavarııııııııı
17) en sevdiğin anı?
Elbette çok ama çok fazla güzel anım var ama Canan'la geçirdiğim anılarım benim için en özelleri sanırım.
18) en sevdiğin özelliğin?
Hafızam. Unutmam ben. Hiç birşeyi unutmam. Yapılan iyiliği ve kötülüğü de unutmam. O yüzden en sevdiğim özelliğim aynı zamanda en sevmediğim özelliğimdir. Çünkü yerine göre çok iyi ya da çok tehlikeli bir özellik olmaktadır!
19) en sevdiğin his?
Huzur. Allah kimsenin huzurunu eksik etmesin.
20) en sevdiğin canlı?
Annem... Çok şükür hayatta ve benim hayatımda en sevdiğim insan.
Pekala mim için tekrar teşekkür ediyorum ve Burcu, Duygu ve Esra'yı mimliyorum. Ayrıca yapmak isteyen herkesi elbette :)
Sevgiler,
23 Aralık 2013 Pazartesi
17 Aralık 2013 Salı
Cheesecake'in Püf Noktaları
Geçen cumartesi gelen misafirlerim için tatlı olarak frambuaz soslu cheesecake yaptım. Ve başıma gelen bütün talihsizliklere rağmen tatlı sevmeyen beni bile cezbeden bu tarifi ve daha da önemlisi uzun araştırmalarım sonucunda bulduğum püf noktalarını toparlayıp sizlerle de paylaşmak istedim. Hem kendime de notlar almış olacağım bu şekilde ve bir sonraki yapışımda hiç bir detayı atlamayacağım :)
Malzemeler:
Tabanı için:
Malzemeler:
Tabanı için:
- 2 paket Eti Burçak Bisküvi
- 2 yemek kaşığı tereyağı
- 1/2 çay bardağı süt
Peynir Dolgusu için:
- 1,5 paket labne peyniri
- 1,5 paket Pınar Beyaz
- 1 su bardağı yoğurt (süzme yoğurt daha iyi olur)
- 1/2 paket çiğ krema
- 1 su bardağı toz şeker
- 3 yumurta
- 1 yemek kaşığı un
- 1 yemek kaşığı buğday nişastası
- 1 limon kabuğu rendesi
- 1 paket vanilin
Franbuaz Sosu için:
- 1/2 paket dondurulmuş frambuaz
- 3 çorba kaşığı şeker
- 1 çay bardağı su
- 1 tatlı kaşığı nişasta
- 1 tatlı kaşığı limon suyu
Püf Noktaları
- Kelepçeli kalıp kullanmalı ve yağlı kağıdı altından gerdirerek sermelisiniz ki kekinizi şekli bozulmadan çıkartabilin.
- Kekin çatlamasını önlemek için kalıbın dışını ve altını alüminyum folyo ile sararak pişirmeniz gerekiyor.
- Kek pişerken fırın tepsisinin içine su koyup kalıbı da içine yerleştirilmeli ya da tepsinin içine suya dayanıklı kaplarla su koymalısınız. Bu buharla pişirmeyi sağlıyor.
- Bütün malzemeler mutlaka ama mutlaka oda sıcaklığında olmalı.
- Tel süzgecinizin üzerine 4-5 kat kağıt havlu sererek peynirleri üzerine koyup 15 dakika kadar süzün. Daha sonra peynirlerin tersini çevirerek diğer tarafını da süzün. Aynı işlemi yoğurt için de yapmalısınız. Ben hepsini bir arada süzdüm, bir sıkıntı olmadı.
- Mikserinizi asla yüksek devirde çalıştırmayın. Çırptığınız herşeyi düşük hızda çırpın ve yumurtaları tek tek ekleyip çırpıcı ile karıştırın.
- Peynir dolgunuzu kalıba dökmeden önce tezgaha vurarak içindeki havanın çıkmasını sağlayın hatta kalıba döktükten sonra da birkaç defa daha tezgaha vurarak içinde hiç hava kalmamasını sağlayın. Yok olmayan kabarcıklar daha sonra size çatlak olarak geri dönebilir. O yüzden bu aşama oldukça önemli.
- Düşük ısıda pişirmek önemli. 160 derece bence gayet iyi oldu.
- Kekinizin pişmesi için yaklaşık 45-50 dakika gerekiyor ve ilk 20 dakika fırının kapağı hiç açılmamalı.
- Kalıbı salladığınızda sadece ortası sallanıyor ise kekiniz pişmiş demektir.
- Fırını kapattıktan sonra fırının kapağını aralayın ve 1 saat daha kek içeride kalsın.
- Lütfen ama lütfen pişirdiğiniz keki bir gece dolapta bekletin ve öyle ikram edin.
- Hayıııır, o keke dokunmayın, bana güvenin.
- Size söylüyorum lütfen dokunmayııııııııınnnnn. Söz böyle çok lezzetli olacak.
Yapılışı:
- Bisküvi ve tereyağını rondoda çekip üstüne yarım çay bardağı süt ekleyip kalıbın tabanına yayın ve yarım saat kadar dolapta bekletin.
- Süzülmüş peynir, yoğurt, şeker ve vanilini mikserde düşük hızla çırpın.
- Kremayı ekleyin, unu ve nişastayı da eleyerek ekleyip biraz daha çırpın.
- Yumurtaları tek tek ekleyip bu sefer çırpıcı ile karıştırın.
- Limon kabuklarını da ekleyip şöyle bir karıştırın.
- Önceden ıstılmış fırında sadece ortası sallanıncaya kadar pişirin.
- Sosu için meyve, şeker ve suyu karıştırıp meyveler yumuşayana kadar pişirin, biraz su ile incelttğiniz nişastayı da ekleyip koyulaşınca ateşten alın.
- El blenderı ile sosunuzu ezin ve biraz soğuyunca kekin üzerine yayın.
- Sosu koyduktan sonra 2-3 saat daha dolapta bekletip öyle ikram etmenizi tavsiye ederim.
Anlattın anlattın görsel nerede derseniz, o gün telaştan fotoğrafını çekmeyi unutmuşum. Bir sonraki cheesecake yapımından sonra fotoyu buraya ekleyeceğim ama arkadaşlarımdan, eşimden ve ertesi gün kalanını götürdüğümüz kayınvalidemden tam not aldım. Ben yaptım diye demiyorum ama cidden güzeldi.
Eğer denerseniz bana yorumlarınızı yazın tamam mı?
Afiyet olsun :)
16 Aralık 2013 Pazartesi
Yasemin Pilavı
Bizim evde GDO davası ve glisemiks endeksinin yüksekliği yüzünden uzun süredir pirinç pilavı pişmiyordu. Ancak eşimin bölüm arkadaşları ile birlikte katıldığı MSA Et Pişirme Teknikleri Kursunda öğrendiği yasemin pilavı sonrası bir şeyler değişmeye başladı :)
İlk defa geçen cumartesi yemeğe gelen arkadaşlarımıza pişirdiğim pilav çok beğenilince dün de kendimiz için yapıverdim ve sizlerle de paylaşmak istedim bu tarifi. Yeni bir tat denemek isteyenler, sevdiklerini/misafirlerini şaşırtmak isteyenler için ideal bir tarif olduğunu düşünüyorum.
Malzemeler:
İlk defa geçen cumartesi yemeğe gelen arkadaşlarımıza pişirdiğim pilav çok beğenilince dün de kendimiz için yapıverdim ve sizlerle de paylaşmak istedim bu tarifi. Yeni bir tat denemek isteyenler, sevdiklerini/misafirlerini şaşırtmak isteyenler için ideal bir tarif olduğunu düşünüyorum.
Malzemeler:
- 2 su bardağı yasemin pirinci (ince-uzun bir pirinç tipi, marketlerde bulabilirsiniz)
- 4 su bardağı su (mümkünse tavuk suyu yoksa Knorr'un bulyon değil de tavuk suyu olarak sattığı jöle kıvamındaki ürününü de kullanabilirsiniz)
- 1 tatlı kaşığı soya sosu
- 1 çay kaşıyı kimyon
- 1 çay kaşığı sarımsak tozu
- 1 çay kaşığı kişniş (tazesi varsa 2-3 dal kadar)
- Zeytinyağı ve tereyağı
Yapılışı:
Aslında MSA'nın tarifinde tavuk suyu kaynatıldıktan sonra pirinçler içine atılarak suyu çektiriliyordu ancak ben tutturamam endişesi ile bildiğimiz pilav usulü zeytinyağı ve tereyağını karıştırıp pirinçleri bir güzel kavurdum. Üstüne 4 su bardağı tavuk suyunu ya da benim tercihim olan 2 su bardağı su+2 su bardağı tavuk suyunu ya da 4 su bardağı normal su ve Knorr tavuk suyunu ekleyip kalan malzemeleri de içine atıp hafifçe karıştırdıktan sonra önce orta ateşte, göz göz olduktan sonra da kısık ateşte suyunu çekene kadar pişiriyorsunuz. 15 dakika da demlendikten sonra sofranıza konuk olmaya hazırdır :)
Ben eşim hasta olduğundan çorba yapabilmek için geçen gün suyuna ihtiyaç duyarak tavuk haşlamıştım. Kalan tavukları tavada hafif zeytinyağı, kekik, karabiber ve toz biberle hafifçe çevirdim ve pilavın üstüne koydum. Gayet lezzetli olmuştu ancak ete de çok yakışan bir pilav bu demedi demeyin.
Sizlerin de böyle yeni denediği tarifler varsa paylaşın lütfen, ben denemeye hevesliyim :)
Şimdiden afiyet olsun herkese :)
15 Aralık 2013 Pazar
Yılbaşı Ağacımız
İşte yapım aşamalar ile birlikte yılbaşı ağacımız huzurlarınızda. Geçen sene aldığımız ağacımız daha bizi 2-3 sene daha götürür ama seneye şu püsküllü süsleri atıp yerine daha çok top şeklindeki süslerden almayı düşünüyorum. Bunun için biraz görsel araştırmam lazım. Eğer görüp beğendiğiniz yılbaşı ağaçları varsa benimle de paylaşabilir misiniz? Ayrıca eğer varsa sizlerin ağaçlarını da görmeyi çok isterim.
Neyse lafı fazla uzatmadan fotoğraflara geçiyorum :)
Neyse lafı fazla uzatmadan fotoğraflara geçiyorum :)
14 Aralık 2013 Cumartesi
My Wishlist
Eşimin hafif soğuk algınlığını fırsat bilip bugünü evden çıkmadan dinlenerek değerlendiriyoruz. Bu boşluktan istifade edip geç bile kaldığımız yılbaşı ağacımızı kuracağız bugün. Sonra fotoları paylaşacağım elbette ama öncelikle yılbaşı bu kadar yaklaşmışken bir wishlist yapmamak olmaz dedim ve oturdum blogun başına. Bakalım ben 2014'ten neler bekliyorum? Gelecek sene bu zamanlarda bu listeye yeniden bakıp ne kadarını gerçekleştirebilmişim bir göz atarım. Umarım listenin tamamının üstü çizilmiş olur :)
WISHLIST - 2014
WISHLIST - 2014
- Herşeyden önce kendim, bütün ailem ve sevdiklerim için huzurlu ve sağlıklı bir yıl olmasını diliyorum. Ufak tefek hastalıklar dışında kimsenin başına kötü birşey gelmesin ve herkes 2014'ü sağlıkla geride bıraksın inşallah.
- Ülkemizin ve elbette dünyanın da bu seneyi barış içinde geçirmesini, savaşsız ve minimum gerginlikle atlatılacak bir yıl olmasını diliyorum. (hayır politika ve siyasetten bahsetmek istemiyorum bu postta, şurada romantik hayaller içindeyiz di mi)
- İşyerinde birazcık daha huzurlu olabilmeyi istiyorum. Müdür yardımcımla daha iyi iletişim kurabilmeyi ve elbette artık hakkettiğimi düşündüğüm performans notumu alabilmeyi de bu listenin top 3'üne yerleştirmeyi uygun buluyorum :)
- Eşim, ailem, arkadaşlarım ve dostlarımla güzel vakit geçirebilmeyi, sıkıntısız ve gerginlik olmayan kaliteli zamanları paylaşmayı ve hayatımdaki bu güzel insanlarla İstanbul'un ya da Türkiye'nin belki de dünyanın farklı yerlerinde yeni yerleri birlikte keşfedebilmeyi diliyorum. Bütün sevdiklerimle bir yeni mekan sloganı ile bu dileğim sayesinde bir sürü yeni yer görebilir, yeni tatlar deneyimleyebilirim sanırım :)
- Çok sevdiğim 2 arkadaşımın bu sene düğünleri olacak inşallah. Onlar için hayallerindeki gibi güzel düğünler diliyorum. Yaşasın gelinlikçi gezmek ve düğün planlamakkk :) Ve umarım en yakın 2 arkadaşımdan biri beni nikah şahidi olarak seçer. Çünkü hayatımda sadece 1 defa nikah şahidi oldum ama o da 1,5 yıl sonra boşandı. Güzel bir evliliğin şahidi olmayı diliyorum.
- Sigarayı kendi isteğim ve irademle bırakmak ve sonrasında hiç kilo almamak istiyorum.
- Bu sene kendi evimizi alabilmeyi istiyorum ve maddi isteklerimin en başında da bu madde bulunuyor.
- Kendime bir Nikon D7100 fotoğraf makinesi ile 18-200 ve 32mm 1.2 lensler istiyorum.
- Vakko'dan ve Michael Kors'tan aşağıdaki cici çantaları almak istiyorum. Duyurulur :P
- Biri New York (buna eşimin işi nedeniyle gidilecek), biri ise Avrupa'da bir şehir/ülke olmak üzere iki yurt dışı seyehati de hayallerimi süslüyor. Aşağıdaki resim Amsterdam'dan. Aslında ben Amsterdam'ı gördüm ama hem gördüğümde çok küçüktüm hem de eşim çok istiyor. O yüzden evrene mesajımı Amsterdam fotoğrafı ile veriyorum :)
- Evimiz için hayal ettiğim kitaplık sistemini kurabilmek istiyorum. Ki bu sistem mutfak, yatak odası, salon ve küçük odayı da kapsayan bir kitaplıklar silsilesi :) (yok olmuyor tek bir kitaplık beğenemiyorum ve sizi 50 tane fotoğrafın içine boğmak da istemiyorum:( en iyisi buna ayrı bir post yapmak ve sizlerin de görüşünü almak)
- MAC'dan 4'lü 2 tane far paleti almak ve içini istediğim renklerle doldurmak istiyorum.
- Evlendiğimizden beri elimizin gitmediği evimizi süsleme işine de bu sene el atmaktan yanayım. Ve sanırım Paşabahçe'den yarın alacağımız şu cici baykuşla bu işe de başlamış olacağız.
- Tamam işi biraz büyütüyorum ama Burberry'nin trençkotları hep hayallerimi süslemiştir :) Hem isteyenin bir yüzü kara :)
- En az 1 yemek kursuna gitmek istiyorum bu sene. Cupcake, çikolata, macaron, et pişirme ya da balık pişirme olabilir. Aslında ne olduğu da fark etmez. Yeter ki bilmediğim bir yemek öğreneyim ve evde onu deneyebileyim. Değişik tatlar denemeyi ve pişirmeyi çok seviyorum :)
- Her ay en az 1 kitap almak ve okumaya devam etmek istiyorum. Bazen sekteye uğratıyorum okuma alışkanlığımı ama bu sene hedefim 20 kitap olsun. Bir de Jamie Oliver'ın harika kitaplarından yine en az birini mutfak kütüphaneme katmak istiyorum :) Sıkı takipçisi ve fanıyımdır kendisinin :)
- Ve tabiii tüm bunları yapabilmek için büyük ikramiyenin bize çıkmasını diliyoruuuuuuum :)
Eveeeeet, belki ben biraz yüksekten uçtum ama dileklerim böyle. Bakalım ne kadarını yapabilecek/alabileceğim.
Sizlerin yeni yıl dilekleri nedir? Sizler de paylaşın ki hem yeni yıla birlikte güzel hayallerle girelim hem de evrene istediklerimizin mesajını verelim. Belli mi olur belki de hepsi birden gerçek olur değil mi :)
Dileklerinizi duymak için sabırsızlanıyorum :)
Gördüğüm En Mükemmel Yeni Yıl Sürprizi
Biraz önce izlediğim bu videoyu önce eşime gösterdim şimdi de sizlerle paylaşmak istiyorum.. Hayatımda gördüğüm en güzel organizasyon. İzledikten sonra insanın içinden aynısını yapabilmek geçiyor. Belki o kadar çok kişi için imkanımız yok ama 1-2 çocuğu bile sevindirebilsek kâr değil midir bu dünyada?
Bu arada mendiliniz de yakında olsun. İster istemez gözleriniz dolacaktır :)
The Best Christmas Surprise Ever
Yorumlarınızı bekliyorum. Bakalım kimler benim gibi sulu gözlüymüş :)
12 Aralık 2013 Perşembe
Makyaj Eğitimi Nasıl Olmaz
Zamanında eşime yılbaşında taze makarna kursu hediye etmiş ve birlikte gittiğimiz bu kursta ikimiz de çok eğlenmiştik. Hala da meşhuruz taze makarnalarımızla :) Bu sene de sevgili arkadaşlarım bana doğum günümde cilt bakımı ve makyaj teknikleri kursu hediye ettiler. 3 kız birlikte MC Akademinin 5 saatlik eğitimine katılmak üzere buluşup Osmanbey’deki kursumuza gitmeden önce Galata’da Konak Pastanesi’nde mükellef bir kahvaltı yaptık.
Anlattıkça daha çok sinirleneceğimi hissettiğim için burada keseceğim ama biliniz ki ne eğitim 5 saat sürdü, ne bahsi geçen konular anlatıldı, ne vaat edilen markalar kullanıldı ne de bir şeyler öğrenilebildi. Kızların hediyesi olmasa her türlü şikâyet girişiminde bulunurdum ama onları üzerim diye korktum ve ben yine de eğlendiğimi söyledim. Zaten öncesinde yapılan kahvaltı ve sonra çıkıp hep birlikte kahvemizi içip sohbet etmek de benim için en güzel doğum günü hediyesi olmuştu :)
Yine de siz siz olun Osmanbey MC Akademiden kendiniz ya da sevdikleriniz için makyaj eğitimi satın almayın, alana mani olun. Bu işler en güzel video izlenerek öğreniliyor vallahi :)
Var mı sizlerin takip ettiği / tavsiye edebileceğiniz makyaj bloggerları? Şöyle göz kapağı hafif düşük birileri varsa iki teknik öğreneyim ben de değil mi :)
Konak Pastanesinden manzara
Eğitimle ilgili de pek bir heyecanlıydık. Hem benim doğum günü hediyem diye keyifli vakit geçirmek hem de cidden bir şeyler kapmak niyetiyle düştük yollara. Hayır, düştük de ne oldu diyorsanız tam bir fiyasko ile karşılaştık. Biz sanıyoruz ki (sanmıyoruz satışı yaparken öyle bilgi veriyorlar) önce yüzümüzü tanımak için anatomik bilgi alacağız. Sonra teori dersi sonra da uygulama yaptırılacak. Olan ise şöyle, daha 1 haftadır eğitim alan öğrencilerin önüne hiçbir şey anlatmadan bizi oturtan hoca daha sonra anlatacağını söylediği teorik dersleri hiç anlatmadı. Öğrenciler de bize makyaj yaparken hiçbir şey anlatmadılar. Sonra yüzümüzün yarısına yaptıkları makyajın aynısını yüzümüzün diğer yarısına yapmamızı söylediler. E ben bilmiyorum ki ne sürdün, neyi neyin üstüne sürdün bırak hepsini hangi rengi sürdün arkadaş… Ayrıca fırçaları ortak kullanıyorlar. Yani benim yüzüme değen fırça zaten pis şekilde geldi ve temizlenmeden bir başkasına daha gitti. Makyaj malzemeleri için MAC ve Kryolan markalarının kullanılacağı yazıyordu ama buna inanmamız için hiç MAC görmemiş olmamız lazım ki biz ne yazık ki MAC’i tanıyan insanlarız. Sonra yüzümüzdeki makyajı silip bir de gece makyajı uygulaması göstermeye karar verdiler ve yüzümüzü silmemiz için hayatımda gördüğüm en iğrenç makyaj sütünü önümüze koydular. Gidip sıvı sabun-su ve ıslak mendil üçlüsünü kullanmayı tercih ettik.Anlattıkça daha çok sinirleneceğimi hissettiğim için burada keseceğim ama biliniz ki ne eğitim 5 saat sürdü, ne bahsi geçen konular anlatıldı, ne vaat edilen markalar kullanıldı ne de bir şeyler öğrenilebildi. Kızların hediyesi olmasa her türlü şikâyet girişiminde bulunurdum ama onları üzerim diye korktum ve ben yine de eğlendiğimi söyledim. Zaten öncesinde yapılan kahvaltı ve sonra çıkıp hep birlikte kahvemizi içip sohbet etmek de benim için en güzel doğum günü hediyesi olmuştu :)
Yine de siz siz olun Osmanbey MC Akademiden kendiniz ya da sevdikleriniz için makyaj eğitimi satın almayın, alana mani olun. Bu işler en güzel video izlenerek öğreniliyor vallahi :)
Var mı sizlerin takip ettiği / tavsiye edebileceğiniz makyaj bloggerları? Şöyle göz kapağı hafif düşük birileri varsa iki teknik öğreneyim ben de değil mi :)
11 Aralık 2013 Çarşamba
Üzüm Üzüme Baka Baka Kararır
Ben öyle her filmi izleyeyim, aman süper film eleştirileri yapayım, tekniklerinden anlayayım insanı değilim. Elbette sinemaya da giderim, evde de film izlerim ama dediğim gibi “en bi en sinema sever kişi” değilim. İzlediğim filmler ise bir kadın klasiği olarak romantik-komedi ağırlıklıdır ancak savaş ve doğal afet filmlerine de ba-yı-lı-rım. Hayır, sosyopat filan değilim sadece aksiyon deyince benim aklıma gelen şey vurdu-kırdı-silah patladı-koştu-yakaladı değil de ne bileyim efendim bir The Day After Tomorrow, 2012 (vallahi bu filmi 2012 bitince izledim korkumdan :) ) Deep Impact, The Perfect Storm gibi filmler geliyor. Ayrıca Saving Private Ryan, Thin Red Line, Enemy At The Gates, The Last Samurai (Gerçi yeter ki Tom Cruise oynasın her türü izlerim) gibi savaş içerikli filmleri de ayıla bayıla izlerim. Animasyon deyince yine akan sular durur. Ice-Age ve Shrek favorilerim :)
Eşim ise benim tam tersim. Sinemaya gitmeye bayılır. Evde play-station oynamaktan vazgeçmesi için film izleyelim mi demen yeterlidir. Ayrıca teknikten filan da anlar. Anlatır da bir güzel. Bak bu filmde ilk kez kamerada bilmem ne tekniğini kullandılar, burada şunu denediler filan falan. Örnekleyemiyorum çünkü ilgi alanım dışında kaldığından beynim bu örnekleri aklında tutmuyor :) Benim için kameranın ve tekniğin pek bir anlamı yok sanırım. Düzgün gözüksün yeter işte. Eşimin klasik bir erkek olarak romantik komedi ile ilgisi yoktur, işi olmaz, sığ bulur :) Savaş ve doğal afeti o da sever. Dramla da arası iyidir. Forrest Gump en sevdiği filmlerden biridir. Ayrıca bu tür klasikleşmiş filmleri izlemediğimi filan duymayagörsün anında görev edinip izletir bana :) Bilim kurgu-fantastik deyince ise akan sular durur. Bütün süper kahraman filmleri, Lord of The Rings ve Hobbit serileri benim beyden sorulur.
Bütün bu anlattıklarımdan varacağımız nokta ise şudur. Onun sevdiği filmleri izleye izleye sanırım benim film zevkim de onunkine benzemeye başladı. Batman serisini önceden izlemiştik zaten hem de bayıla bayıla. Spider Man’in de bütün paralel evrenlerdeki hayatlarından haberdarım. Son 1 ayda da Iron Man serisi, Thor’un iki filmi ve Captain America ile tanıştım ve şimdi nedense hiçbir D&R’da bulamadığımız Avengers’ın 3D Blueray’ini arıyoruz haldır haldır. Eşim için değil, o zaten izlemişti de ben merakla istediğim için :) Aynı şekilde The Hobbit – The Desolation of Smaug gösterime girdi diye de heyecan içindeyiz. Beraber gitmek için sözleştiğimiz arkadaşlarımız bu hafta sonu bir düğün için Ankara’ya gidiyorlar diye bir hafta daha beklemek zorunda kalacağız ve çok üzgünüz bu nedenle.
Bir de Hunger Games furyamız var tabii. Sevgili kocacığım ilk filmi bana evde izletip, ikinciye de sinemaya götürdü ve ben o denli beğendim ki hemen akşamında D&R’dan üçleme halinde kitaplarını sipariş ettim, şu kar bir dursa da kargom gelse diye bekliyorum :) Aynı şeyi Game Of Thrones’da da yapmıştım. Diziyi öyle çok sevdim ki kitaplarına başladım. (sadece başladım hala bitiremedim, heyecanı kaçacak, sonunu öğreneceğim diye korkuyorum :) )
Demem o ki sevgili okur, eşler zamanla birbirine benzer derler ya. Bu film izleme zevkimin gelişmeye başlaması, izlediğim filmlerin türlerindeki değişiklikler ve sevdiğim filmler sıralamasında eşimle benzer filmleri üst sıralara yerleştirmemiz derken dedim herhalde üzüm üzüme baka baka kararıyor. Gerçi insanın eşiyle bir şeyler yaparken zevk alması da ayrı bir keyif. Üstelik bizim evde film izlemenin de ritüeli vardır.. Şarap açılır, peynir tabağı yapılır ve bazen meyve bazen de kuruyemiş eşlik eder onlara.. Sinemada ise kimi zaman chai tea latte kimi zaman da patlamış mısır alınır içeriye girerken. Ama her zaman keyiflidir beyimle film izlemek :)
Sizlerin tavsiyeleri var mı? Evde ya da sinemada mutlaka izlenmeli dediğiniz filmleri merak ediyorum..
Eşim ise benim tam tersim. Sinemaya gitmeye bayılır. Evde play-station oynamaktan vazgeçmesi için film izleyelim mi demen yeterlidir. Ayrıca teknikten filan da anlar. Anlatır da bir güzel. Bak bu filmde ilk kez kamerada bilmem ne tekniğini kullandılar, burada şunu denediler filan falan. Örnekleyemiyorum çünkü ilgi alanım dışında kaldığından beynim bu örnekleri aklında tutmuyor :) Benim için kameranın ve tekniğin pek bir anlamı yok sanırım. Düzgün gözüksün yeter işte. Eşimin klasik bir erkek olarak romantik komedi ile ilgisi yoktur, işi olmaz, sığ bulur :) Savaş ve doğal afeti o da sever. Dramla da arası iyidir. Forrest Gump en sevdiği filmlerden biridir. Ayrıca bu tür klasikleşmiş filmleri izlemediğimi filan duymayagörsün anında görev edinip izletir bana :) Bilim kurgu-fantastik deyince ise akan sular durur. Bütün süper kahraman filmleri, Lord of The Rings ve Hobbit serileri benim beyden sorulur.
Bütün bu anlattıklarımdan varacağımız nokta ise şudur. Onun sevdiği filmleri izleye izleye sanırım benim film zevkim de onunkine benzemeye başladı. Batman serisini önceden izlemiştik zaten hem de bayıla bayıla. Spider Man’in de bütün paralel evrenlerdeki hayatlarından haberdarım. Son 1 ayda da Iron Man serisi, Thor’un iki filmi ve Captain America ile tanıştım ve şimdi nedense hiçbir D&R’da bulamadığımız Avengers’ın 3D Blueray’ini arıyoruz haldır haldır. Eşim için değil, o zaten izlemişti de ben merakla istediğim için :) Aynı şekilde The Hobbit – The Desolation of Smaug gösterime girdi diye de heyecan içindeyiz. Beraber gitmek için sözleştiğimiz arkadaşlarımız bu hafta sonu bir düğün için Ankara’ya gidiyorlar diye bir hafta daha beklemek zorunda kalacağız ve çok üzgünüz bu nedenle.
Bir de Hunger Games furyamız var tabii. Sevgili kocacığım ilk filmi bana evde izletip, ikinciye de sinemaya götürdü ve ben o denli beğendim ki hemen akşamında D&R’dan üçleme halinde kitaplarını sipariş ettim, şu kar bir dursa da kargom gelse diye bekliyorum :) Aynı şeyi Game Of Thrones’da da yapmıştım. Diziyi öyle çok sevdim ki kitaplarına başladım. (sadece başladım hala bitiremedim, heyecanı kaçacak, sonunu öğreneceğim diye korkuyorum :) )
Demem o ki sevgili okur, eşler zamanla birbirine benzer derler ya. Bu film izleme zevkimin gelişmeye başlaması, izlediğim filmlerin türlerindeki değişiklikler ve sevdiğim filmler sıralamasında eşimle benzer filmleri üst sıralara yerleştirmemiz derken dedim herhalde üzüm üzüme baka baka kararıyor. Gerçi insanın eşiyle bir şeyler yaparken zevk alması da ayrı bir keyif. Üstelik bizim evde film izlemenin de ritüeli vardır.. Şarap açılır, peynir tabağı yapılır ve bazen meyve bazen de kuruyemiş eşlik eder onlara.. Sinemada ise kimi zaman chai tea latte kimi zaman da patlamış mısır alınır içeriye girerken. Ama her zaman keyiflidir beyimle film izlemek :)
Sizlerin tavsiyeleri var mı? Evde ya da sinemada mutlaka izlenmeli dediğiniz filmleri merak ediyorum..
29 Kasım 2013 Cuma
En Değerli Giysimiz Çok mu Pahalı
Reklamlarda diyorlar ya en değerli giysimiz cildimiz diye. Çok doğru aslında. Yaş ilerledikçe daha da iyi anlıyor insan bunu. Yalnız bakıyorum da bu cildin değeri cidden Burberry'den alacağınız trençkot ya da Prada'dan alacağınız çanta ile yarışır düzeyde olmaya başlamış. Ben bu cilde bakmak için verdiğim paralarla yıllardır bakıp bakıp iç geçirdiğim kaç çantayı alırdım valla :)
Cildimle her zaman çok haşır-neşir olmuşumdur. Ergenlikte başladım karma ciltler için yüz temizleyici jeller kullanmaya. Üniversiteye başladığımda da yaşıma uygun nemlendiriciler alırdım. 25'ime geldiğimde yine yaşıma ve cildime uygun göz kremine de başladım ve ne olursa olsun bazen verdiğim paralara acısam da her zaman da iyi ürünler kullandım cildime. Asla geri dönüşü olmayacak hatalar yapmak istemedim. Ne zaman yeni bir krem alacak olsam mutlaka yaşıma uygun olsun aman ha sakın yoğun bir ürün vermeyin diye tembihlerdim satış elemanını. Çok şükür şimdiye kadar da yanlış bir ürünle karşılaşmadım hiç.
Geçen sene bir ara cildim için eczanelere ve kozmetikçilere saçtığım paralardan illalah edip doğala dönmeye karar verdim. Çalıştığım için her gün makyaj yapıyorum. Ayrıca yapmıyor olsam kaç yazar... Benim cildim temizlenmediği anda minik kırmızı sivilcemsi şeyler üretmek için en ufak bir hatamı bekler vaziyette olduğundan her sabah ve akşam yüzümü mutlaka Bioderma Sebium Foaming Gel ile yıkarım.
Birkaç hafta öncesine kadar yüzümü yıkamadan önce göz ve yüz makyajımı da Bebak Acıbadem Sütü ile siliyordum. Evet valla bildiğiniz acıbadem sütü :) O şeyin cildinizi ve özellikle de göz makyajınızı nasıl temizlediğine asla inanamazsınız.
Sonra da tonik olarak Rosense Gülsuyu kullanıyordum :)
Nemlendiricim ise Amerika'dan aldığım Burt's Bees marka pek fazla bir özelliği olmayan ama doğal olma özelliği ile meşhur klasik bir nemlendirici. Göz kremim de aynı markanın.
Ama gece kremim daha önceden aldığım ve yoğun kıvamı ile bitmek bilmeyen Biotherm Skin Ergetic Gece Kremi.
30'umdan gün almaya başlayınca en sevdiğim kitap cümlelerinden biri olan "Sözüm ki tek sana geçmez, celladımsın ey zaman" diye ayna karşısında sayıklanırken artık cilt bakım rutinimde bir takım değişiklikler yapmak gerekir mi acaba diye düşünmeye başladım. Her gün baktığımda değişiklikleri fark etmiyorum belki ama dikkatli inceleyince gördüm ki burnumla yanaklarımın arasında kalan bölgede gözeneklerim belirginleşmiş. Cildim hala sıkı olmakla birlikte eskisi kadar genç ve ışıl ışıl durmuyor. Kırışığım yok çok şükür ama bunlar da zaten gelmeden önce izin istemiyorlar ya, şimdiden önlemini almak lazım, oluşmadan durdurmak lazım diye düşünüyorum. Elbette her yaşın bir güzelliği var. Hiç kırışmayacağım, hep 20 yaşında gözükeceğim gibi iddialarım yok ama güzel yaşlanmak diye bir kavram var öyle değil mi? Ben yüzüm kırışıklarla dolduktan sonra onları açıcam diye savaş vermektense ne kadar geç oluşurlarsa o kadar iyi diye düşünüyorum. Gerçi ben yine de anti-aging düşünmüyordum ama kuledeki eczaneye gidip hadi biraz anlatın bakalım neler yapmam lazım dediğimde anti-aging için neredeyse geç kaldığımı öğrendim. Gerçi onlara sorsan zaten ölmeden mezara koyarlar adamı da bunu duyunca ben de biraz araştırdım ve cidden kırışıklıkları oluşmadan önlemeye başlamanın yaşının da 30'ların başı olduğu gerçeği ile yüzleştim.
Şimdi cilt bakım rutinimde bir takım değişiklikler var. Öncelikle acıbadem kremini sadece göz makyajımı temizlemek için kullanıyorum. Daha sonra cilt makyajımı silmek için Bioderma Sensibio H2O kullanıp yine Bioderma Sebium Foaming Gel ile yüzümü temizliyorum.
Gül suyum bitmediği için hala tonik olarak devam ediyorum kullanmaya ayrıca kremlerim de şimdilik aynılar.
İşte bütün bunları yazmamın sebebine şimdi geliyoruz. Cildimi sıkılaştıracak, gözeneklerin görünümünü hafifletecek, karma cildimle uyum sağlayacak ve hafif bir anti-aging özelliği olacak tonik ve krem arayışındayım. Eczaneden Zorah diye bir marka tavsiye ettiler. Zorah Inua nemlendirici ve yağ salınımını düzenleyici bir kremmiş. Hatta cuma günü kendi uzmanları bizim eczaneye gelip bakım yapacaklarmış. Ben de randevumu aldım gidip bir deneyeceğim bakalım. Sorun şu ki hem gece-hem de gündüz kullanılabilen bu kremin 50 ml'si 190 TL'cik!!! İnternette de en uygun 150'ye bulabildim. Değer mi değmez mi bilmiyorum ama bunun daha göz kremi ve tonik kısmı da var ki onlar zaten görebildiğim kadarıyla Zorah'ta yoklar. Yani hadi paralara kıydım da nemlendiriciyi aldım diyelim, göz kremi ve tonik için hala arayıştayım. Yardım edin a dostlar. Kullandığınız/duyduğunuz/araştırdığınız markalar varsa (dermokozmetikten yanayım) fikirleriniz benim için önemlidir. Elbette birine uyan ürün herkese uyacak diye bir kaide yok ama en azından bir fikrim olur, giderim bakarım bana uygun mu değil mi diye. İşte böyle. Sizler neler yapıyorsunuz cildiniz için. Nasıl koruyorsunuz, hangi ürünleri kullanıyorsunuz merak içindeyim?
Not: Fotoğraf makinemi birine ödünç verdiğim için bütün görseller google'dan alıntıdır, affınıza sığınıyorum :(
Cildimle her zaman çok haşır-neşir olmuşumdur. Ergenlikte başladım karma ciltler için yüz temizleyici jeller kullanmaya. Üniversiteye başladığımda da yaşıma uygun nemlendiriciler alırdım. 25'ime geldiğimde yine yaşıma ve cildime uygun göz kremine de başladım ve ne olursa olsun bazen verdiğim paralara acısam da her zaman da iyi ürünler kullandım cildime. Asla geri dönüşü olmayacak hatalar yapmak istemedim. Ne zaman yeni bir krem alacak olsam mutlaka yaşıma uygun olsun aman ha sakın yoğun bir ürün vermeyin diye tembihlerdim satış elemanını. Çok şükür şimdiye kadar da yanlış bir ürünle karşılaşmadım hiç.
Geçen sene bir ara cildim için eczanelere ve kozmetikçilere saçtığım paralardan illalah edip doğala dönmeye karar verdim. Çalıştığım için her gün makyaj yapıyorum. Ayrıca yapmıyor olsam kaç yazar... Benim cildim temizlenmediği anda minik kırmızı sivilcemsi şeyler üretmek için en ufak bir hatamı bekler vaziyette olduğundan her sabah ve akşam yüzümü mutlaka Bioderma Sebium Foaming Gel ile yıkarım.
Birkaç hafta öncesine kadar yüzümü yıkamadan önce göz ve yüz makyajımı da Bebak Acıbadem Sütü ile siliyordum. Evet valla bildiğiniz acıbadem sütü :) O şeyin cildinizi ve özellikle de göz makyajınızı nasıl temizlediğine asla inanamazsınız.
Sonra da tonik olarak Rosense Gülsuyu kullanıyordum :)
Nemlendiricim ise Amerika'dan aldığım Burt's Bees marka pek fazla bir özelliği olmayan ama doğal olma özelliği ile meşhur klasik bir nemlendirici. Göz kremim de aynı markanın.
Ama gece kremim daha önceden aldığım ve yoğun kıvamı ile bitmek bilmeyen Biotherm Skin Ergetic Gece Kremi.
30'umdan gün almaya başlayınca en sevdiğim kitap cümlelerinden biri olan "Sözüm ki tek sana geçmez, celladımsın ey zaman" diye ayna karşısında sayıklanırken artık cilt bakım rutinimde bir takım değişiklikler yapmak gerekir mi acaba diye düşünmeye başladım. Her gün baktığımda değişiklikleri fark etmiyorum belki ama dikkatli inceleyince gördüm ki burnumla yanaklarımın arasında kalan bölgede gözeneklerim belirginleşmiş. Cildim hala sıkı olmakla birlikte eskisi kadar genç ve ışıl ışıl durmuyor. Kırışığım yok çok şükür ama bunlar da zaten gelmeden önce izin istemiyorlar ya, şimdiden önlemini almak lazım, oluşmadan durdurmak lazım diye düşünüyorum. Elbette her yaşın bir güzelliği var. Hiç kırışmayacağım, hep 20 yaşında gözükeceğim gibi iddialarım yok ama güzel yaşlanmak diye bir kavram var öyle değil mi? Ben yüzüm kırışıklarla dolduktan sonra onları açıcam diye savaş vermektense ne kadar geç oluşurlarsa o kadar iyi diye düşünüyorum. Gerçi ben yine de anti-aging düşünmüyordum ama kuledeki eczaneye gidip hadi biraz anlatın bakalım neler yapmam lazım dediğimde anti-aging için neredeyse geç kaldığımı öğrendim. Gerçi onlara sorsan zaten ölmeden mezara koyarlar adamı da bunu duyunca ben de biraz araştırdım ve cidden kırışıklıkları oluşmadan önlemeye başlamanın yaşının da 30'ların başı olduğu gerçeği ile yüzleştim.
Şimdi cilt bakım rutinimde bir takım değişiklikler var. Öncelikle acıbadem kremini sadece göz makyajımı temizlemek için kullanıyorum. Daha sonra cilt makyajımı silmek için Bioderma Sensibio H2O kullanıp yine Bioderma Sebium Foaming Gel ile yüzümü temizliyorum.
Gül suyum bitmediği için hala tonik olarak devam ediyorum kullanmaya ayrıca kremlerim de şimdilik aynılar.
İşte bütün bunları yazmamın sebebine şimdi geliyoruz. Cildimi sıkılaştıracak, gözeneklerin görünümünü hafifletecek, karma cildimle uyum sağlayacak ve hafif bir anti-aging özelliği olacak tonik ve krem arayışındayım. Eczaneden Zorah diye bir marka tavsiye ettiler. Zorah Inua nemlendirici ve yağ salınımını düzenleyici bir kremmiş. Hatta cuma günü kendi uzmanları bizim eczaneye gelip bakım yapacaklarmış. Ben de randevumu aldım gidip bir deneyeceğim bakalım. Sorun şu ki hem gece-hem de gündüz kullanılabilen bu kremin 50 ml'si 190 TL'cik!!! İnternette de en uygun 150'ye bulabildim. Değer mi değmez mi bilmiyorum ama bunun daha göz kremi ve tonik kısmı da var ki onlar zaten görebildiğim kadarıyla Zorah'ta yoklar. Yani hadi paralara kıydım da nemlendiriciyi aldım diyelim, göz kremi ve tonik için hala arayıştayım. Yardım edin a dostlar. Kullandığınız/duyduğunuz/araştırdığınız markalar varsa (dermokozmetikten yanayım) fikirleriniz benim için önemlidir. Elbette birine uyan ürün herkese uyacak diye bir kaide yok ama en azından bir fikrim olur, giderim bakarım bana uygun mu değil mi diye. İşte böyle. Sizler neler yapıyorsunuz cildiniz için. Nasıl koruyorsunuz, hangi ürünleri kullanıyorsunuz merak içindeyim?
Not: Fotoğraf makinemi birine ödünç verdiğim için bütün görseller google'dan alıntıdır, affınıza sığınıyorum :(
19 Kasım 2013 Salı
O mu, Bu mu?
Sevgili İşte Böyle Günlük yukarıdaki başlık altında şuradaki yazıyı paylaşmış biz sevgili takipçileri ile. Yazısının sonunda da siz de cevaplayın benim için okumak eğlenceli olur demiş. Ben de onun postunu okurken keyif aldım ve hadi dedim ben de yanıtlayıvereyim. Bir tür mim gibi :) Bakalım benim makyaj-kozmetik-bakım tercihlerim nasılmış?
Valla benim için yerleri biraz farklı. Akşamları yatarken mutlaka lip balm kullanıyorum çünkü hayatınızda benim kadar dudakları kuru olan ve o kuru dudakları fare gibi kemiren başka bir insan tanımanız mümkün değil :) Ama renkli lip-glosslar da benim gibi ruj tazeleme özürlü insanlar için iş yerinde hayat kurtarıcı olabiliyorlar.
Bu yaşıma kadar eline fondöten almamış olan ben geçen hafta sonu mac’den Studio fix fondöten aldığımdan beri her gün sabah mutlaka sürer oldum. Ben bunu neden daha önce keşfetmemişim ki diye de yanıyorum. Gerçi hala acaba cildimi mahvediyor muyum diye soru işaretleri kafamın içinde dönüyorlar ama görünümümden de pek memnunum vallahi. Eve gelir gelmez makyajımı çıkartmaya ve cildimi temiz tutup-özenli bakmaya devam ettiğim sürece bu yaştan sonra süreceğim fondöten de cildim tarafından normal karşılanmalı diye düşünüyorum :)
Kesinlikle eye-liner. İnsanın bakışını değiştiriyor ama benim gözlerim hiçbir eye-linerı kabul etmez, hemen sulanma yapar ve bütün makyajım da bozulur :( Şurada bir eye-linerdan bahsetmiştim ya. İşte ilk defa bir eye-liner ile barışık bir hayat yaşamaya başladım demiştim ama son 1-2 haftadır o da biraz sulanma ve akma yapmaya başladı. Bir süre sonra dayanıklılığı mı gitti yoksa yine benim gözlerimin hassasiyeti mi anlayamadım. Siz ne dersiniz eye-liner zamanla akma-bulaşma yapar hale gelir mi? Suçu onda mı aramalıyım kendimde mi?
Bu da çok kısa süre öncesine kadar fikrim olmayan bir soru idi. Ama son 1-2 aydır doğru düzgün makyaj yapmaya o denli takmış durumdayım ki makyaj bloglarını takip etmeye başladım. Hatta doğum günümde kızlarla bir eğitim bile aldık bu konuda ki mutlaka yazacağım bununla ilgili, beklemede kalın. İşte o nedenle kesinlikle fırça. Makyajı inanılmaz değiştiriyor. Ama fırçada da sanırım mac’den başkası yalan. Yves Roche’den aldığım fırça anında formunu kaybetti ama mac 187 numaralı fırça ile sürdüğüm fondötenle çok doğal ve güzel bir görüntü yakalıyorum.
Onlar kim ya? Kuaförde french yaptırmaktan başka bir şey bilmem ben. Tırnaklarım çok sağlam ve güzeldir ama oje sürmek benim yeteneklerim içinde yok. Ne zaman bordo sürmeye kalksam cinayet işlemişim gibi bir görüntüsü oluyor ellerimin. O yüzden ben açık renk ojeleri sürebiliyorum sadece. Kuaförde fön çektirirken de french yaptırıyorum oluyor bitiyor işte.
Evlenene kadar uzun tırnaktı kesinlikle. Dediğim gibi sağlıklı, dayanıklı ve güzel tırnaklarım vardır çok şükür. Hep uzun kullanır, kuaförde oje sürdürür ojesiz de gezmezdim. Ancak evlendikten sonra ellerim daha çok su-yemek-bulaşık gibi işlerle haşır neşir olduğundan (duyan da çamaşırı-bulaşığı elde yıkıyorum sanacak) ojelerim çabuk bozulmaya başladı. Uzun tırnak da ojesiz/bozulmuş ojeli çok bakımsız ve kötü gözüktüğünden artık tamamen kısa olmasa da sürekli orta uzunlukta tutuyorum. Kökünden kesmeden azıcık pay bırakıyorum ve her hafta törpüleyerek düzeltiyor, uzamalarına izin vermiyorum. Yine de tırnaklarınız güzelse kesinlikle uzun tırnak :)
Kurumsal bir yerde çalışmamdan filan kaynaklamıyor beyaz oje cevabım. 15’imde de bu yanıtı verirdim 22’imde de. Ama kireç beyazı değil elbette. French candır her zaman :) Her kıyafete koşulsuz uyum sağlar ve her daim sizi bakımlı gösterir.
Ben süslüyüm arkadaş. Yapacak bir şey yok :) Süslüyüm dedimse abartılı bir süslülük hayal etmeyin. Bakımlıyım diyelim. Fönsüz dolaşmam, makyaj yapmadığım hafta sonlarında bile bir allık, bir ruj sürerim (10 dakika sonra da o ruju yerim ama orasını karıştırmayın şimdi). Ellerim manikürsüz oldu mu kendimi kötü hissederim filan ama asla da bir kokoş değilim :)
Şimdi bu ikisi arasındaki farkı tam bilmiyorum ama sanırım yüz bazı silikonlu bir üründü. O yüzden BB krem diyeceğim. Geçen gün Cevahir’de Garnier’in BB Kremini uyguladılar yüzüme. Ne güzel, ne doğal oldu anlatamam. Almadım ama aklımda ve alınacaklar listesinde kendisi. Ama düğün-dernek gibi özel geceler için bir de baz edinsem mi diyorum bugünlerde. Varsa tavsiyeleriniz her iki ürün için de fikir edinme/karar verme döneminde olduğum için bilmekten çok memnun olurum.
Nemlendiriciyi her gün sabah-akşam kullanıyorum zaten ve de vazgeçemem ama şu maske işine de alışsam da arada sırada yapsam ne iyi olur diyorum.
· Aydınlatıcı mı, pudra mı?
Amaçları farklı değil mi ya? Yine mi cahil kaldım? Pudra ile parlamayı önlüyor aydınlatıcı ile ışıltı veriyordum ben hâlbuki. Ha illa seçeceksem pudra bence :)
Bkz -> iki alttaki sorunun yanıtı…
Bak ama çok zorluyorsunuz beni. Ben ıssız adaya düşünce yanıma alacağım 3 şeyi 3 dakikada 3000 kez değiştirebilecek bir insanım. Parfümsüz dolaşmayı sevmem ama silah zoru ile seçim yaptıracaklarsa da deodorant kişisel hijyen açısından daha önemli geliyor. Hele ki yaz aylarında deodorant sürmeyenleri anlayamıyorum. Gerçi ben artık beklentilerimi düşürdüm. İnsanlar su ve sabunla tanışsalar şükredeceğim. Hiç anlayamıyorum ter kokan ve bunu umursamayan insanları :(
İşte net cevap verebileceğim bir soru. Kesinlikle parfüm. Ama öyle ayıltıcı bayıltıcı şeyleri ve tatlı kokuları sevmem ben. Liseden beri Burberry Weekend kullanırım. Hiç değiştirmedim. Artık benim imzam gibi bir şey oldu. İnsanlar beni bu kokudan gözleri kapalı tanıyorlar :) Son birkaç yıldır bir de Armani Code kullanmaya başladım ama sadece kış aylarında, o da her gün değil. Yaza uygun bir parfüm değil zaten. Ama ona da baya bir alıştım. Seneler sonra 2 parfümüm var diyebiliyorum :)
Şeftali ve kahve tonları olsun lütfen… Esmerim, böyle bildiğiniz esmer. Kışın insanlar solaryuma mı giriyorsun diye sorarlar işte öyle bir esmer :) Bir de dudaklarım pek ince değildir. Dolgun ve kalın sayılırlar. İşte bu nedenlerle yani ten rengimden dolayı pembe (çingeneye benzerim valla), dudak tipimden dolayı da kırmızı (moulin rouge’dan fırlamış gözükürüm) pek kullanamıyorum. Ama yine de tonu uygun bir kırmızıyı her türlü pembeye tercih ederim. Şeftali ise candır :)
Vallahi ben de çok eğlendim yazarken :) Ve bir kez daha aslında şu mu bu mu sorularında benim için kesin yanıt vermenin zorluğunu gördüm. Ayrıca makyaj konusunda da hala çok eksiklerim olduğunu :) Neyse alan almış zaten bundan sonrasında manken olacak da değilim ya. Bakımlı kalmaya devam edeyim yeter..
Sizlerin yanıtlarını da çok merak ediyorum. Yazın da okuyalım tamam mı sevgili okurlar :)
Sağlıcakla kalın…
- Lip balm mı, lip gloss mu?
Valla benim için yerleri biraz farklı. Akşamları yatarken mutlaka lip balm kullanıyorum çünkü hayatınızda benim kadar dudakları kuru olan ve o kuru dudakları fare gibi kemiren başka bir insan tanımanız mümkün değil :) Ama renkli lip-glosslar da benim gibi ruj tazeleme özürlü insanlar için iş yerinde hayat kurtarıcı olabiliyorlar.
- Fondöten mi, kapatıcı mı?
Bu yaşıma kadar eline fondöten almamış olan ben geçen hafta sonu mac’den Studio fix fondöten aldığımdan beri her gün sabah mutlaka sürer oldum. Ben bunu neden daha önce keşfetmemişim ki diye de yanıyorum. Gerçi hala acaba cildimi mahvediyor muyum diye soru işaretleri kafamın içinde dönüyorlar ama görünümümden de pek memnunum vallahi. Eve gelir gelmez makyajımı çıkartmaya ve cildimi temiz tutup-özenli bakmaya devam ettiğim sürece bu yaştan sonra süreceğim fondöten de cildim tarafından normal karşılanmalı diye düşünüyorum :)
- Eyeliner mı, göz kalemi mi?
Kesinlikle eye-liner. İnsanın bakışını değiştiriyor ama benim gözlerim hiçbir eye-linerı kabul etmez, hemen sulanma yapar ve bütün makyajım da bozulur :( Şurada bir eye-linerdan bahsetmiştim ya. İşte ilk defa bir eye-liner ile barışık bir hayat yaşamaya başladım demiştim ama son 1-2 haftadır o da biraz sulanma ve akma yapmaya başladı. Bir süre sonra dayanıklılığı mı gitti yoksa yine benim gözlerimin hassasiyeti mi anlayamadım. Siz ne dersiniz eye-liner zamanla akma-bulaşma yapar hale gelir mi? Suçu onda mı aramalıyım kendimde mi?
- Fırça mı, sünger mi?
Bu da çok kısa süre öncesine kadar fikrim olmayan bir soru idi. Ama son 1-2 aydır doğru düzgün makyaj yapmaya o denli takmış durumdayım ki makyaj bloglarını takip etmeye başladım. Hatta doğum günümde kızlarla bir eğitim bile aldık bu konuda ki mutlaka yazacağım bununla ilgili, beklemede kalın. İşte o nedenle kesinlikle fırça. Makyajı inanılmaz değiştiriyor. Ama fırçada da sanırım mac’den başkası yalan. Yves Roche’den aldığım fırça anında formunu kaybetti ama mac 187 numaralı fırça ile sürdüğüm fondötenle çok doğal ve güzel bir görüntü yakalıyorum.
- Kokulu oje mi, çatlak oje mi?
Onlar kim ya? Kuaförde french yaptırmaktan başka bir şey bilmem ben. Tırnaklarım çok sağlam ve güzeldir ama oje sürmek benim yeteneklerim içinde yok. Ne zaman bordo sürmeye kalksam cinayet işlemişim gibi bir görüntüsü oluyor ellerimin. O yüzden ben açık renk ojeleri sürebiliyorum sadece. Kuaförde fön çektirirken de french yaptırıyorum oluyor bitiyor işte.
- Kısa tırnak mı, uzun tırnak mı?
Evlenene kadar uzun tırnaktı kesinlikle. Dediğim gibi sağlıklı, dayanıklı ve güzel tırnaklarım vardır çok şükür. Hep uzun kullanır, kuaförde oje sürdürür ojesiz de gezmezdim. Ancak evlendikten sonra ellerim daha çok su-yemek-bulaşık gibi işlerle haşır neşir olduğundan (duyan da çamaşırı-bulaşığı elde yıkıyorum sanacak) ojelerim çabuk bozulmaya başladı. Uzun tırnak da ojesiz/bozulmuş ojeli çok bakımsız ve kötü gözüktüğünden artık tamamen kısa olmasa da sürekli orta uzunlukta tutuyorum. Kökünden kesmeden azıcık pay bırakıyorum ve her hafta törpüleyerek düzeltiyor, uzamalarına izin vermiyorum. Yine de tırnaklarınız güzelse kesinlikle uzun tırnak :)
- Beyaz oje mi, siyah oje mi?
Kurumsal bir yerde çalışmamdan filan kaynaklamıyor beyaz oje cevabım. 15’imde de bu yanıtı verirdim 22’imde de. Ama kireç beyazı değil elbette. French candır her zaman :) Her kıyafete koşulsuz uyum sağlar ve her daim sizi bakımlı gösterir.
- Süslü mü, sade mi?
Ben süslüyüm arkadaş. Yapacak bir şey yok :) Süslüyüm dedimse abartılı bir süslülük hayal etmeyin. Bakımlıyım diyelim. Fönsüz dolaşmam, makyaj yapmadığım hafta sonlarında bile bir allık, bir ruj sürerim (10 dakika sonra da o ruju yerim ama orasını karıştırmayın şimdi). Ellerim manikürsüz oldu mu kendimi kötü hissederim filan ama asla da bir kokoş değilim :)
- BB krem mi, yüz bazı mı?
Şimdi bu ikisi arasındaki farkı tam bilmiyorum ama sanırım yüz bazı silikonlu bir üründü. O yüzden BB krem diyeceğim. Geçen gün Cevahir’de Garnier’in BB Kremini uyguladılar yüzüme. Ne güzel, ne doğal oldu anlatamam. Almadım ama aklımda ve alınacaklar listesinde kendisi. Ama düğün-dernek gibi özel geceler için bir de baz edinsem mi diyorum bugünlerde. Varsa tavsiyeleriniz her iki ürün için de fikir edinme/karar verme döneminde olduğum için bilmekten çok memnun olurum.
- Maske mi, nemlendirici mi?
Nemlendiriciyi her gün sabah-akşam kullanıyorum zaten ve de vazgeçemem ama şu maske işine de alışsam da arada sırada yapsam ne iyi olur diyorum.
· Aydınlatıcı mı, pudra mı?
Amaçları farklı değil mi ya? Yine mi cahil kaldım? Pudra ile parlamayı önlüyor aydınlatıcı ile ışıltı veriyordum ben hâlbuki. Ha illa seçeceksem pudra bence :)
- Çiçek kokusu mu, şeker kokusu mu?
Bkz -> iki alttaki sorunun yanıtı…
- Deodorant mı, parfüm mü?
Bak ama çok zorluyorsunuz beni. Ben ıssız adaya düşünce yanıma alacağım 3 şeyi 3 dakikada 3000 kez değiştirebilecek bir insanım. Parfümsüz dolaşmayı sevmem ama silah zoru ile seçim yaptıracaklarsa da deodorant kişisel hijyen açısından daha önemli geliyor. Hele ki yaz aylarında deodorant sürmeyenleri anlayamıyorum. Gerçi ben artık beklentilerimi düşürdüm. İnsanlar su ve sabunla tanışsalar şükredeceğim. Hiç anlayamıyorum ter kokan ve bunu umursamayan insanları :(
- Vücut spreyi mi, parfüm mü?
İşte net cevap verebileceğim bir soru. Kesinlikle parfüm. Ama öyle ayıltıcı bayıltıcı şeyleri ve tatlı kokuları sevmem ben. Liseden beri Burberry Weekend kullanırım. Hiç değiştirmedim. Artık benim imzam gibi bir şey oldu. İnsanlar beni bu kokudan gözleri kapalı tanıyorlar :) Son birkaç yıldır bir de Armani Code kullanmaya başladım ama sadece kış aylarında, o da her gün değil. Yaza uygun bir parfüm değil zaten. Ama ona da baya bir alıştım. Seneler sonra 2 parfümüm var diyebiliyorum :)
- Kırmızı ruj mu, pembe ruj mu?
Şeftali ve kahve tonları olsun lütfen… Esmerim, böyle bildiğiniz esmer. Kışın insanlar solaryuma mı giriyorsun diye sorarlar işte öyle bir esmer :) Bir de dudaklarım pek ince değildir. Dolgun ve kalın sayılırlar. İşte bu nedenlerle yani ten rengimden dolayı pembe (çingeneye benzerim valla), dudak tipimden dolayı da kırmızı (moulin rouge’dan fırlamış gözükürüm) pek kullanamıyorum. Ama yine de tonu uygun bir kırmızıyı her türlü pembeye tercih ederim. Şeftali ise candır :)
Vallahi ben de çok eğlendim yazarken :) Ve bir kez daha aslında şu mu bu mu sorularında benim için kesin yanıt vermenin zorluğunu gördüm. Ayrıca makyaj konusunda da hala çok eksiklerim olduğunu :) Neyse alan almış zaten bundan sonrasında manken olacak da değilim ya. Bakımlı kalmaya devam edeyim yeter..
Sizlerin yanıtlarını da çok merak ediyorum. Yazın da okuyalım tamam mı sevgili okurlar :)
Sağlıcakla kalın…
8 Kasım 2013 Cuma
Yorgunum Dostlarım Yorgunum Yorgun
Haftalar oldu şuraya merhaba ben hayattayım bile yazamadım :( O kadar yoğun bir dönem geçiriyorum ki evdeki misafirlerin hepsini yolculamış olmama rağmen işyerinin yoğunluğundan akşam eve geldiğimde tek istediğim uyumak oluyor. Uyumadığım zamanlarda da zaten çok işim olduğu için uyumuyor oluyorum. Peki ne yaptın da bu kadar yorgun, bu kadar yoğunsun derseniz buyrun aşağıda yokluk dönemimin özeti sizleri bekler.
Malum bayramda kayınpederim buradaydı ve biz sürekli geziyorduk. Kayınpederimi cumartesi öğleden sonra yolcu ettik (19 Ekim) ve kocacığımla 1,5 gün yalnız kalıp kafamızı dinleyip, yorgunluğumuzu atamadan Pazartesi günü annemler bayram tatili için gittikleri Malta'dan geldiler. 26-27 Ekim'de WTA vardı. Mutlaka duymuşsunuzdur dünyanın en iyi 8 kadın tenisçisi 3 senedir Türkiye'ye gelip bir turnuvaya katılıyorlar. Biz de annemlerle birlikte 3 senedir bu turnuvanın yarı final ve final maçlarını kaçırmadan izliyoruz Sinan Erdem Spor Salonu'nda. Bu sayede geçen sene ahir ömrümüzde Maria Sharapova - Serena Williams maçı (final maçı) seyretmek nasip olmuştu bize de. Annemlerin gelişi ile maçların arasında 3-4 gün olunca Bartın'a dönüp geri gelmek anlamsız olacağından İstanbul'da kaldılar. Tabi evde birileri olunca o kişi annen bile olsa yoruluyorsun. Şöyle bir ayaklarını uzatıp boş boş TV izleme şansın olmuyor. Hele bilgisayara hiç gömülemiyorsun zaten az gördüğün ailenle sohbet etme isteği daha ağır basıyor.
Bir de üstüne 27 Ekim benim doğum günüm olduğundan cuma akşamı sevgili arkadaşlarım benim için toplanmak istediler. Hop gittik hep beraber Bebek Kırıntı'ya. Keyifli bir akşamdı. Bir de söylemeden geçemeyeceğim pastamı ArtCafe'den yaptırmışlar ve bir harikaydı. Sevdikleriniz için özel günlerde pasta siparişlerinizde tercih edebileceğiniz bir yer. Ben kefilim :) Tatlı-pasta sevmeyen bir insan olarak tabağımdaki her kırıntıyı süpürdüm :)
Cumartesi günü öğlene doğru maçları izlemek üzere yola koyulduk. Yolu kaçırdık-kaybolduk-trafik vs. hikayesi var ki inanın bilmek istemezsiniz ama olsun sonuçta gittiğimize değdi tabi ki. Serena Williams hastaymış galiba. Geçen seneki performansı yoktu ama yine de keyifli ve heyecanlı bir maç izlettiler oyuncular bizlere. Akşam bu sefer de annemlerle doğumgünü kutlaması vardı. Annemler, aile dostları derken oldukça kalabalık bir grup bu sefer de Asmalı Mescit tarafında Safi Meyhane'ye gittik. Mezeler lezizzzzz, ara sıcaklar değişik ve yine lezzetli. Ana yemek her 4 kişiye bir köfte bir de balık tabağı olmak üzere ortaya geliyor. Aç kalma olasılığınız var ama denemeye değer bir yer olduğunu söylemeliyim. Müzik arka planda ve Yeşilçam filmlerinin müzikleri. O nedenle kalabalık bir grup gitmek için de ideal. Çünkü müzik nedeniyle birbirini duyamama sorunu olmuyor. Annemler de saolsunlar pastamı taaaa Bartın'da aile dostlarının pastanesine yaptırtıp maça gelenlerle getirtmişler. Üstünde de gelinlikli bir fotoğrafım vardı. Bu pasta da artcafe'nin ki kadar olmasa da güzeldi. Pastaya doydum diyeceğim amaaaaa durun daha bitmediiii :)
Cumartesi gece saat 03.30 gibi eve dönmemize rağmen (Safi Meyhane sonra The North Shield yaptık. Annemler bizden daha genç vallahi yorulmak bilmiyorlar :) ) sabah yine maçlar için ayaktaydık. Güzel bir final izledik Pazar günü de. Bu senenin şampiyonu da geçen sene ki gibi Serena Williams oldu. Evet bir takım antipatik hareketleri var. Mesela kendisine salona girerken eşlik eden küçük kızın elini filan tutmuyor ama yine de kadın tenisçi deyince o bir duayen! Hasta haliyle bile karşısındaki dize getirmeyi biliyor. Hırslı ama daha önemlisi oyun zekası var. Rakibinin zayıf noktalarını görmek, topa hükmetmek, karşısındakini yormak hepsi bu kadında. E şampiyonluğu da hak ediyor yani.
Şampiyon olduğu an..
28 Ekim Pazartesi malum yarım gündü. İşten çıkınca anneannemi ablasından almaya karşıya geçmek ve annemin kuzenine yemeğe gitmek gibi bir takım ailevi görevlerimiz vardı. Ertesi gün de annemin iki kuzeni, onların çocukları, anneannem ve onun ablası, kayınvalidem ve onun kız kardeşi bize kahvaltıya geldiler hazır annem de bizdeyken. Anlayacağınız 1,5 gün tatilim vardı ama o da aslında yoktu :) Gerçi ben kahvaltı sofralarını da, kalabalık aile toplantılarını da çok severim ama bizim evin orta yaş ve üstü bu kadar çok misafir ağırlayabilitesi yok :) İki kuzenim ve eşime resmen salonda sehpaya kahvaltı kurduk masaya sığamadığımız için :) Ama neyse bu da çok aksatılmış ve yapılması gereken bir buluşmaydı ve aradan çıkmış oldu. Üstelik çok da güzel oldu.
Ama yine bitmedi a dostlar. Çarşamba gününden itibaren de iş yerim beni eğitime gönderdi 4 gün. Yani cumartesi de dahil olmak üzere Allah'ın unuttuğu ve unuttuğu için ulaşılması pek mümkün olmayan bir yere her gün git-gel yaptım. Üstelik eğitimde insan bilmediği şeyler öğrendiği için daha da bir yoruluyor çünkü sürekli dikkat halindesin aman bişey kaçırmayayım diye. Vallahi her gün beynim sulanmış olarak döndüm eve. Bir de bilgisayarlı salon ayarlayamamışlar elimizde laptoplar göçebe hayatı yaşadık 4 gün boyunca. Üstelik cuma akşamı bu sefer de bölüm arkadaşlarım doğumgünümü kutlamak istediler saolsunlar. Bitmeyen doğumgünü yapmışlar bu sene bana. Posta posta kutladık yani :) Hem de 16 kişiye yer bulma sıkıntısı yaşadığımızdan yine Safi Meyhane'ye gittik :) Bu sene ki official doğumgünü kutlama mekanım oldu kendisi :)
Eğitim de bitti döndük işeeeeee. Tam oh misafirler gitti, koşuşturmaca bitti derken bu sefer de işyerinde faaliyet raporları, iş programı, periyodik raporlar, acil talepler derken resmen kaynayan kazanın içine düştüm. Bir yoğunluk var ki sormayın. Dur durak bilmeden çalışıyorum ama işler bitmediği gibi yığıldıkça yığılıyor. Hafta sonu çalışmak için bile laptopımla geldim eve. Bir de bu işlerin bir kısmı benim için çok yeni. Daha önce ekipten başka birisi yaparken şimdi müdürümüzün talebi ile ben devir alıyorum. Bilmediğin işi yapma hızın da normalden daha yavaş oluyor tabi ki. Bir de alışkın olmadığından normalde 2 kere kontrol edeceğim şeyi aman hata olmasın diye 5 kere kontrol ediyorum iyice yavaşlıyor. Saolsun bu aralar veri ambarımız da sürekli arıza yapıyor ve bir de o ket vuruyor işlerin hızına. Değmeyin keyfimize!!! Bu yoğunluk ne ara biter bilmiyorum ama bu hafta bir kaç defa sinir krizinin eşiğine geldim. Şimdi size bir bilmece soracağım. Eğer sizi arayan/mail atan herkesin işi acilse, ama çok acilse, herkesinkinden daha acilese, genel müdür yardımcısı istemişse, bugün mutlaka sonuçları alması gerekiyorsa, bunları yarın sunacaksa en acil kimin işidir? Bir insan evladı bir işi yaparken onu yarım bırakıp başka bir işe başlamak durumunda kalıyor, o işi yaparken onu da yarım bırakıp bir başkasına başlamak zorunda kalıyorsa, ilk işe geri döndüğünde tekrar konsantrasyonunu toplayabilmesi ne kadar zamanını alır?
Neyse bu tamamen farklı bir konu. Cuma akşamı ne ben düşünüp deli olmak ne de sizi bu romandan hallice yazıyla daha fazla sıkmak istiyorum. Evet uzun yazdım, tahminen bir çoğunuz buraya kadar gelemediniz ama yazmalıydım. Hem özür dilemeyi, hem içimi dökmeyi hem de ne kadar yorulduğumu ama aynı zamanda da güzel zamanlar geçirdiğimi başka nasıl anlatamayı başarabilirdim ki...
Aslında bütün bunlar sadece fiziki yorgunluklar. Bir de ruhsal yorgunluklarım var ki onları hiç sormayın. İşimle ve yöneticimle ilgili sıkıntılar, çok yakın iki arkadaşımın arasında çıkan büyük-çok büyük sorunlar, onların arasında kalmak, ne yapacağını şaşırmak...
Anlayacağınız bütün güzelliklerine rağmen aslında kötü bir dönem geçiriyorum ama geçecek biliyorum. Umarım daha fazla yormadan geçer. Yorgunum dostlarım yorgunum yorgun...
Malum bayramda kayınpederim buradaydı ve biz sürekli geziyorduk. Kayınpederimi cumartesi öğleden sonra yolcu ettik (19 Ekim) ve kocacığımla 1,5 gün yalnız kalıp kafamızı dinleyip, yorgunluğumuzu atamadan Pazartesi günü annemler bayram tatili için gittikleri Malta'dan geldiler. 26-27 Ekim'de WTA vardı. Mutlaka duymuşsunuzdur dünyanın en iyi 8 kadın tenisçisi 3 senedir Türkiye'ye gelip bir turnuvaya katılıyorlar. Biz de annemlerle birlikte 3 senedir bu turnuvanın yarı final ve final maçlarını kaçırmadan izliyoruz Sinan Erdem Spor Salonu'nda. Bu sayede geçen sene ahir ömrümüzde Maria Sharapova - Serena Williams maçı (final maçı) seyretmek nasip olmuştu bize de. Annemlerin gelişi ile maçların arasında 3-4 gün olunca Bartın'a dönüp geri gelmek anlamsız olacağından İstanbul'da kaldılar. Tabi evde birileri olunca o kişi annen bile olsa yoruluyorsun. Şöyle bir ayaklarını uzatıp boş boş TV izleme şansın olmuyor. Hele bilgisayara hiç gömülemiyorsun zaten az gördüğün ailenle sohbet etme isteği daha ağır basıyor.
Bir de üstüne 27 Ekim benim doğum günüm olduğundan cuma akşamı sevgili arkadaşlarım benim için toplanmak istediler. Hop gittik hep beraber Bebek Kırıntı'ya. Keyifli bir akşamdı. Bir de söylemeden geçemeyeceğim pastamı ArtCafe'den yaptırmışlar ve bir harikaydı. Sevdikleriniz için özel günlerde pasta siparişlerinizde tercih edebileceğiniz bir yer. Ben kefilim :) Tatlı-pasta sevmeyen bir insan olarak tabağımdaki her kırıntıyı süpürdüm :)
Cumartesi günü öğlene doğru maçları izlemek üzere yola koyulduk. Yolu kaçırdık-kaybolduk-trafik vs. hikayesi var ki inanın bilmek istemezsiniz ama olsun sonuçta gittiğimize değdi tabi ki. Serena Williams hastaymış galiba. Geçen seneki performansı yoktu ama yine de keyifli ve heyecanlı bir maç izlettiler oyuncular bizlere. Akşam bu sefer de annemlerle doğumgünü kutlaması vardı. Annemler, aile dostları derken oldukça kalabalık bir grup bu sefer de Asmalı Mescit tarafında Safi Meyhane'ye gittik. Mezeler lezizzzzz, ara sıcaklar değişik ve yine lezzetli. Ana yemek her 4 kişiye bir köfte bir de balık tabağı olmak üzere ortaya geliyor. Aç kalma olasılığınız var ama denemeye değer bir yer olduğunu söylemeliyim. Müzik arka planda ve Yeşilçam filmlerinin müzikleri. O nedenle kalabalık bir grup gitmek için de ideal. Çünkü müzik nedeniyle birbirini duyamama sorunu olmuyor. Annemler de saolsunlar pastamı taaaa Bartın'da aile dostlarının pastanesine yaptırtıp maça gelenlerle getirtmişler. Üstünde de gelinlikli bir fotoğrafım vardı. Bu pasta da artcafe'nin ki kadar olmasa da güzeldi. Pastaya doydum diyeceğim amaaaaa durun daha bitmediiii :)
Cumartesi gece saat 03.30 gibi eve dönmemize rağmen (Safi Meyhane sonra The North Shield yaptık. Annemler bizden daha genç vallahi yorulmak bilmiyorlar :) ) sabah yine maçlar için ayaktaydık. Güzel bir final izledik Pazar günü de. Bu senenin şampiyonu da geçen sene ki gibi Serena Williams oldu. Evet bir takım antipatik hareketleri var. Mesela kendisine salona girerken eşlik eden küçük kızın elini filan tutmuyor ama yine de kadın tenisçi deyince o bir duayen! Hasta haliyle bile karşısındaki dize getirmeyi biliyor. Hırslı ama daha önemlisi oyun zekası var. Rakibinin zayıf noktalarını görmek, topa hükmetmek, karşısındakini yormak hepsi bu kadında. E şampiyonluğu da hak ediyor yani.
Şampiyon olduğu an..
28 Ekim Pazartesi malum yarım gündü. İşten çıkınca anneannemi ablasından almaya karşıya geçmek ve annemin kuzenine yemeğe gitmek gibi bir takım ailevi görevlerimiz vardı. Ertesi gün de annemin iki kuzeni, onların çocukları, anneannem ve onun ablası, kayınvalidem ve onun kız kardeşi bize kahvaltıya geldiler hazır annem de bizdeyken. Anlayacağınız 1,5 gün tatilim vardı ama o da aslında yoktu :) Gerçi ben kahvaltı sofralarını da, kalabalık aile toplantılarını da çok severim ama bizim evin orta yaş ve üstü bu kadar çok misafir ağırlayabilitesi yok :) İki kuzenim ve eşime resmen salonda sehpaya kahvaltı kurduk masaya sığamadığımız için :) Ama neyse bu da çok aksatılmış ve yapılması gereken bir buluşmaydı ve aradan çıkmış oldu. Üstelik çok da güzel oldu.
Ama yine bitmedi a dostlar. Çarşamba gününden itibaren de iş yerim beni eğitime gönderdi 4 gün. Yani cumartesi de dahil olmak üzere Allah'ın unuttuğu ve unuttuğu için ulaşılması pek mümkün olmayan bir yere her gün git-gel yaptım. Üstelik eğitimde insan bilmediği şeyler öğrendiği için daha da bir yoruluyor çünkü sürekli dikkat halindesin aman bişey kaçırmayayım diye. Vallahi her gün beynim sulanmış olarak döndüm eve. Bir de bilgisayarlı salon ayarlayamamışlar elimizde laptoplar göçebe hayatı yaşadık 4 gün boyunca. Üstelik cuma akşamı bu sefer de bölüm arkadaşlarım doğumgünümü kutlamak istediler saolsunlar. Bitmeyen doğumgünü yapmışlar bu sene bana. Posta posta kutladık yani :) Hem de 16 kişiye yer bulma sıkıntısı yaşadığımızdan yine Safi Meyhane'ye gittik :) Bu sene ki official doğumgünü kutlama mekanım oldu kendisi :)
Eğitim de bitti döndük işeeeeee. Tam oh misafirler gitti, koşuşturmaca bitti derken bu sefer de işyerinde faaliyet raporları, iş programı, periyodik raporlar, acil talepler derken resmen kaynayan kazanın içine düştüm. Bir yoğunluk var ki sormayın. Dur durak bilmeden çalışıyorum ama işler bitmediği gibi yığıldıkça yığılıyor. Hafta sonu çalışmak için bile laptopımla geldim eve. Bir de bu işlerin bir kısmı benim için çok yeni. Daha önce ekipten başka birisi yaparken şimdi müdürümüzün talebi ile ben devir alıyorum. Bilmediğin işi yapma hızın da normalden daha yavaş oluyor tabi ki. Bir de alışkın olmadığından normalde 2 kere kontrol edeceğim şeyi aman hata olmasın diye 5 kere kontrol ediyorum iyice yavaşlıyor. Saolsun bu aralar veri ambarımız da sürekli arıza yapıyor ve bir de o ket vuruyor işlerin hızına. Değmeyin keyfimize!!! Bu yoğunluk ne ara biter bilmiyorum ama bu hafta bir kaç defa sinir krizinin eşiğine geldim. Şimdi size bir bilmece soracağım. Eğer sizi arayan/mail atan herkesin işi acilse, ama çok acilse, herkesinkinden daha acilese, genel müdür yardımcısı istemişse, bugün mutlaka sonuçları alması gerekiyorsa, bunları yarın sunacaksa en acil kimin işidir? Bir insan evladı bir işi yaparken onu yarım bırakıp başka bir işe başlamak durumunda kalıyor, o işi yaparken onu da yarım bırakıp bir başkasına başlamak zorunda kalıyorsa, ilk işe geri döndüğünde tekrar konsantrasyonunu toplayabilmesi ne kadar zamanını alır?
Neyse bu tamamen farklı bir konu. Cuma akşamı ne ben düşünüp deli olmak ne de sizi bu romandan hallice yazıyla daha fazla sıkmak istiyorum. Evet uzun yazdım, tahminen bir çoğunuz buraya kadar gelemediniz ama yazmalıydım. Hem özür dilemeyi, hem içimi dökmeyi hem de ne kadar yorulduğumu ama aynı zamanda da güzel zamanlar geçirdiğimi başka nasıl anlatamayı başarabilirdim ki...
Aslında bütün bunlar sadece fiziki yorgunluklar. Bir de ruhsal yorgunluklarım var ki onları hiç sormayın. İşimle ve yöneticimle ilgili sıkıntılar, çok yakın iki arkadaşımın arasında çıkan büyük-çok büyük sorunlar, onların arasında kalmak, ne yapacağını şaşırmak...
Anlayacağınız bütün güzelliklerine rağmen aslında kötü bir dönem geçiriyorum ama geçecek biliyorum. Umarım daha fazla yormadan geçer. Yorgunum dostlarım yorgunum yorgun...
19 Ekim 2013 Cumartesi
SPK Sınavı
Bir önceki postumda bahsettiğim kitap okumama ve hatta daha bir çok aktiviteye ara vermeme sebep olan nedenden bahsedelim madem bugün..
İnsanın aklına neler geliyor neler.
Görmediğim bir ülkeye iş seyahati mesela. Ya da ailemin ziyareti nedeniyle evin kalabalık olması. Belki de gece geç saatlere kadar dizi ve film maratonu yapmaktan fırsat kalmaması..
Ama maalesef bu seçeneklerin hiçbiri benim nedenim değil.. Benim nedenimse "ders çalışmak".
Evet, 29'umu bitirmek üzereyken, üniversiteden mezun olalı 7, yüksek lisanstan mezun olalı 5 sene olmuşken yine-yeni-yeniden ders çalışıyorum.
Gerçi eğri oturup doğru konuşmak lazım. Kurumsal hayatımın gerçekleri gereği son 4 yılda şu anda çalıştığım iş yerime başlamak için 1, unvanımı değiştirmek için de 3 sınava girmiş bulunuyorum. Bunun dışında bazı tazminatlar alıp maaşımı arttırmak için de 2 farklı sınava girmiş ve bu sınavların her birine hazırlanmak için aralıklı dönemlerle booool bol ders çalışmış bulunuyorum. Ki 3 sene sonra uzmanlık sınavım olduğu ve o sınava çok ama çok çalışmam gerektiği gerçeği de zaten son unvanıma geçerken önüme konmuş ve değiştirilemeyecek bir başka gerçektir.
Ama bizim şirkette işler böyle yürüyor. Elbette dönemsel olarak maaş artışlarımız var ancak bir takım tazminat sınavlarına girerek hem maaşımızı arttırma hem de yükselme yolunda kendimize artı puan katmak da iyi oluyor. İşte ben de alabileceğim son tazminat için sınava girmenin ön koşulu olan SPK Kredi Derecelendirme sınavına hazırlanıyorum. Seneler sonra genel ekonomi, muhasebe, hukuk ve kredi-finans derslerine çalışıyorum. Tamam, insan okuyunca baya bir hatırlıyor yani dünyaları yeniden yaratıyor filan değilim ama eve gelip ayağımı uzatıp oturmak yerine ders çalışmam gerekiyor olması zaten yeterince sinir bozucu bir şey. Bir de üniversitedeki gibi değil ki hayat. Ben günümü gidip 3 saat ders görüp 2 saat kantinde takılarak geçirmiyorum. Sabah 9 - akşam 6 arası gayet kafa patlattığım bir işim var ve sonrasında ders çalışmak hiç de kolay olmuyor. Gerçi düşünüyorum da üniversitede vize-final dönemlerinde bazen bir günde 2 -3 dersi bitirirdik hem de her biri 300-400 sayfa olan kitaplardan çalışarak. Derste gördüğümüz için mi daha hızlı çalışırdık, hazırlanmak için çok kısıtlı süremiz olduğundan mı bilmiyorum. Ya da o zamanlar daha mı zekiydik, çok genç olduğumuz için aklımız daha fazla çalışıyor ve daha çabuk mu öğreniyorduk? Valla hangisiydi bilmiyorum ama şimdi günde 50 sayfa çalışınca ooo iyi çalıştım diye kendimle gurur duyuyorum :) Eylül sınavında 3 ders verebilirsem Aralık'a sadece 1 ders bırakmış ve çok rahat etmiş olurum.
Desteğinize ihtiyacım var sanırım.. Gaz verin bana, aslansın, kaplansın, yaparsın filan deyin, ya da boş verin sadece Allah zihin açıklığı versin diye bana dua ediverin yeter :)
Kızarmış Marshmellow ve Sıcak Çikolata
Bugün öğlen kayınpederimi gönderdik. Pazartesi günü de annemler geliyorlar. Zaten bizim gelen-giden hep böyle üst üste oluyor. Yakında birine check-out birine check-in saati vericem yani o derece. Neyse anlayacağınız karı-koca vakit geçirmek için 1,5 günümüz var sadece :) Biz de akşam bu hafta izleyemediğimiz How I Met Your Mother ve Revenge'in son bölümlerini izlerken sıcak çikolata içelim dedik ve bu defa hazır almak yerine kendimiz yapmaya niyetlendik. Sevmiyorum arkadaş dışarıdan alınan ürünleri. Bir yığın koruyucu zırt-pırt içeriyor. Yaparım ben en sağlıklısından ve de en kalorilisinden dedim koyuldum işe. Bir kaç tarif baktım internetten ve her zaman olduğu gibi kendi tarifimi oluşturdum. Ben tarifleri aynen kullanmayı sevmiyorum. Birinden bir malzeme, öbüründen diğer malzeme derken yapıveriyorum kendimce bişeyler işte :) Siz de öyle misiniz yoksa kalıbı kalıbına uyar mısınız verilen tariflere?
Neyse benim sıcak çikolatam şöyle...
Çikolataları parçalara bölüp benmari usulü eritiyoruz. Bir tencerenin içinde süt, krema, kakao, tarçın, zencefil ve tuzu kaynatıyoruz. Eriyen çikolatayı sütle karıştırıp iyice birbirine yedirip bardaklara paylaştırıyoruz.
Bizim aldığımız krema 200 ml idi. Kalan yarısı çöpe gitmesin diye onu da mikserle çırpıp koyu kıvamlı bir krema haline getirdik ve bardakların üstüne paylaştırdık. (Yapmayın siz bunu anacım. Çok lezzetli ama o bir dünya da kolarili oluyor içeceğiniz şey. Bırakın gitsin çöpe. Kendinize kıyacağınıza ona kıyın)
Migros'tan da marshmellow almıştık. Onları da kesip ufak parçalar haline getirip bardağın içine attım. Kalan marshmellowlara da kürdan geçirip ocakta orta ateşe birkaç saniye tutup kızarttım. Tabağa da biraz minik oreolardan koydum.
Buyurun size en kalorilisinden haftasonu akşamı atıştırmalıkları.
Ben bu bayramdan sonra 1 hafta aç geziyor ve tartıya çıkmıyorum sevgili okur bu da böyle biline :)
Ama 9 günlük bayram tatilinde dinleneceği yerde, iş yerinde çalıştığından bile çok yorulan bu garibin de kaçamak yapmak hakkı değil mi ya siz söyleyin?
Neyse benim sıcak çikolatam şöyle...
- 2 Paket Nestle Sütlü Çikolata
- 500 ml süt
- 100 ml krema
- 1 tatlı kaşığı kakao
- 1/2 çay kaşığı tarçın
- 1/2 çay kaşığı zencefil
- 1 tutam tuz
Çikolataları parçalara bölüp benmari usulü eritiyoruz. Bir tencerenin içinde süt, krema, kakao, tarçın, zencefil ve tuzu kaynatıyoruz. Eriyen çikolatayı sütle karıştırıp iyice birbirine yedirip bardaklara paylaştırıyoruz.
Bizim aldığımız krema 200 ml idi. Kalan yarısı çöpe gitmesin diye onu da mikserle çırpıp koyu kıvamlı bir krema haline getirdik ve bardakların üstüne paylaştırdık. (Yapmayın siz bunu anacım. Çok lezzetli ama o bir dünya da kolarili oluyor içeceğiniz şey. Bırakın gitsin çöpe. Kendinize kıyacağınıza ona kıyın)
Migros'tan da marshmellow almıştık. Onları da kesip ufak parçalar haline getirip bardağın içine attım. Kalan marshmellowlara da kürdan geçirip ocakta orta ateşe birkaç saniye tutup kızarttım. Tabağa da biraz minik oreolardan koydum.
Buyurun size en kalorilisinden haftasonu akşamı atıştırmalıkları.
Ben bu bayramdan sonra 1 hafta aç geziyor ve tartıya çıkmıyorum sevgili okur bu da böyle biline :)
Ama 9 günlük bayram tatilinde dinleneceği yerde, iş yerinde çalıştığından bile çok yorulan bu garibin de kaçamak yapmak hakkı değil mi ya siz söyleyin?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)