27 Ağustos 2013 Salı

Bayram Sonrası Tatili - Amasra

Güneydoğu gezimizi tamamladıktan sonra uçakla Ankara'ya, Ankara'da birkaç saat babamı ziyaret ettikten sonra da otobüsle Amasra'ya geçtik. Öncelikle ufak bir şikayet dile getirmeliyim ki Ankara-Amasra yolunu da Amasra-İstanbul yolunu da Ulusoy ile gidip geldik ve her iki yolculukta da bindiğimize bineceğimize pişman olduk. Özellikle dönüşte duraklarının haricinde de o kadar çok noktada durdu ki, bir de üstüne trafiğe de takıldığımız için 6 hadi bilemedin 7 saatlik yolu 10 saatte geldik. Diyeceğim şudur ki Ulusoy'un eski hizmet kalitesinin yerine yeller esiyor. Ben söylemiş olayım da sonra gideceğiniz yollar işkenceye dönüşmesin bizimki gibi.

Amasra'da annemlerin yazlığı var. Hem de Amasra'nın en güzel manzaralarından birine sahip Kale içinde.
Zaten fazla birşey anlatmayacağım Amasra ile ilgili. Benim için huzurun adresi orası. Mavi-yeşil-rakı-balık-deniz-kum-güneş-bira-patates ve ANNE demek benim için Amasra.. Daha ne diyeyim ki, buyurun objektifim gördüklerimi anlatsın sizlere :)


Her sabah bu manzaraya uyansa insan yaşlanır mı yine de?



Amasra Salatası çok meşhurdur. Balığın yanına mutlaka söylenecek efendim :) Ama rokalı-sarımsak ve domatesli salatayı da tavsiye ederim..


Balık ya Canlı Balık'ta ya da Mavi-Yeşil Restaurant'ta yenir. Canlı Balık Küçük Liman, Mavi-Yeşil ise Büyük Liman tarafında. En meşhuru Canlı Balık'tır ama Mavi-Yeşil'e uğrarsanız lütfen beni dinleyin ve tereyağında karides yiyin, pişman olmayacaksınız.


Evde midye-şarap keyfi :)

 Bu gündüzü...

 Bu gecesi...


Eskiden sakindi Amasra ama artık hiç de öyle değil. Gündüz plajı annemin deyimiyle Çin Halk Plajı kıvamında, gecesi de gördüğünüz gibi cıvıl cıvıl.
Özellikle Ankara'lılar haftasonu ve kısa tatillerde buraya akıyor, demedi demeyin, siz de eksik kalmayın :)


Küçük Liman tarafında gün batımını..


Bu da tekne geçerken..


Bıktınız ama bu da kuş geçerken :)


Amasra'nın meşhur evlerinden birisi..


Baksanıza ne şirin olmuş..



Siz siz olun Amasra'ya gideceğiniz zaman önce bana bir sorun. Ben size nerede kalınır, nerede ne yenir, hangi saatte nerede bulunmalı, denize nereden girmeli gibi tüyoları veririm. 
Ne yazık ki Fatih Sultan Mehmet'in Çeşm-i Cihan sözüyle "dünyadaki cennet" olarak tasfir ettiği Amasra'ya termik santral yapılacak. Her güzelliği bozmak adetimiz malesef :( 
Siz siz olun termik santral yapılmadan önce Karadeniz'in bu incisini mutlaka görün... 

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Bayram Tatili Vol.4 Diyarbakır

Ve Bayramın son günü de yine Diyarbakır içinde dolaştık. Bu şehir gerçekten çok değişik. Binlerce yıllık tarihi bir yandan, zenginliği diğer yandan etkiliyor insanı. Hele bir de şehrin tarihini bilen birisi ile gezince hem efsaneleri-hikayeleri dinliyorsunuz hem de nereye gitmeli, nereyi görmeli diye düşünmenize gerek kalmıyor. Siz sadece çevrenize bakıp, anın tadını çıkartıyor bir yandan da fotoğraf çekip ânı anıya dönüştürmeye çalışıyorsunuz.
İşte aşağıdakiler de bizim anılarımız...



Burası Hz. Süleyman Camii ve 27 Şehit Sahabe Türbesi. Hz. Süleyman Camii, Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1155-1169 yılları arasında yaptırılmıştır. Cami bitişiğinde, Osmanlılar döneminde yapılan Halid Bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman ile Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından alınışı sırasında şehit düşen diğer sahabelerin yattığı şehitlik bulunmakta.
Efsanesi de şöyle; şehitlerin bir türbedarı Şeyh Muhiddin Efendi, onlara sürekli hizmet edermiş. Her Cuma şehitlerin kanları akarmış. Hatta bu nedenle bir duvarın üstündeki kızıl lekelerin de şehitlerin kanı olduğuna inanılmakta. İşte bu türbedar eline pamuk alır, kanayan şehit kanlarını silermiş ama şehitlerin yüzlerini hiç açmazmış. Bir Cuma akşamı yaklaşınca, parası bittiği için pamuk alamamış. Çarşı-pazar dolaşsa da bir türlü pamuk alacak parayı bulamamış. Yanına bir adam gelerek, kendisine pamuk alması için para vermiş. Geceleyin türbeye inen türbedar, kanayan yaraları pamukla temizlemeye başlamış. Bir ara hiç yapmadığı bir şeyi yapmış. Şehitlerden birinin yüzünü açmış. Gördüğü karşısında şaşkına dönmüş. Kendisine pamuk parası veren kişi, kanını temizlediği şehidin kendisiymiş. . Bu türbedarın ölümünden sonra, şehitlerin gömülü olduğu mahzene inen yol da kapatılmış.



Burası da Diyarbakır'ın meşhur 10 gözlü köprüsü.


Diyarbakır kalesinin en güzel manzarası da sanırım bu On gözlü Köprü'den görülebiliyor.

Bu arada çektiğim fotoğrafları pek beğenmediğim için paylaşmıyor olsam da Cahit Sıtkı Tarancı müzesi de bu şehirde görülmesi gereken yerlerden biri. Cahit Sıtkı Tarancı'nın yaşadığı konak korunarak müze haline getirilmiş. Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak hala varlığını sürdürmektedir ve içinde kendisine ait eşyalar, mektuplar ve kitaplar sergilenmektedir.



Sonrasında ise Gazi Köşkü'ne gittik. 1917 yılında Atatürk 16. Kolordu Komutanı iken bu köşkte 11 ay kalmış. 1937 yılında ise köşk sahiplerinden alınarak Atatürk'e hediye edilmiş. 



Köşkten çıkınca oradaki çay bahçesinde oturup bir semaver sipariş edin ve Diyarbakır'da kaçak çayı bir de semaverden içmenin keyfini çıkartırken bahçedeki değişik kuşları da mutlaka görün. Beyaz güvercin, paçalı tavuk, ördekler, kazlar derken bir sürü değişik hayvan var. Çocuklarla gitmek için ideal olabilir.

Ve Güneydoğu turumuzu Diyarbakır surları ile tamamlayalım. Surlar duyduğumuza göre 5 km. uzunluğunda imiş ve yerden yüksekliği de yaklaşık 10 metre idi. Çin Seddinden sonra dünyadaki en uzun surları burası. Biz de üzerinde baya bir yürüdük. İnsanın arada sırada başı filan dönebiliyor ama çok şükür bir şey olmadan dolaştık bir o tarafa bir bu tarafa surların tepesinde :)


İşte surun üstünde yürüdüğümüz yol.


Surların üstünde böyle kalp şeklinde oyuklar var.



Son olarak eklemek istediğim bir iki şey var ki onlarda yeme-içme ile alakalı. Diyarbakır'da mutlaka ama mutlaka ciğer kebabı yenmeli. Nerede olduğu inanın fark etmez çünkü her gün başka bir yerde ama hepsini de zevkle yedik. Ayrıca Adana kebabını da usulüne uygun satır kıyması ile yapıyorlar yani denemeye kesinlikle değer.
Tatlı için de Sıtkı Usta'da künefe, Levent Usta'da ise kadayıf yenmeli diyorum. Tabi bu turu gönül rahatlığı ile yapmadan önce mutlaka 3-4 kilo verilmeli ki alacağınız garanti olan kilolar sizde vicdan azabına yol açmasın. Şahsen ben tatilden 3 kilo fazla ile döndüm ve henüz 2 kilosunu ancak verebildim. Gelecek hafta da kalan 1 kiloyu verebilirsem sıkıntı kalmayacak inşallah :)
Güneydoğu turumuz böylece sona erdi. 
Ama bizim tatilimiz bitmedi. Yakında Amasra seyahatimiz ile yeniden karşınızda olacağım :)

Bayram Tatili Vol.3 Hasankeyf

İnternetimin beni yolda bırakması neticesinde ancak dönebiliyorum bloguma iyi mi :(
Neyse efendim nerede kalmıştık? Biz en son Mardin'i de gezmiş Urfa yolları'na düşmek için sabırsızlanırken yine ben ne oldu demeye kalmadan planlar değişti ve Urfa kalsın da Hasankeyf'e gidelim dendi. Hiç sevmiyorum planlarımın böyle alt üst olmasını. Ben uyarıları dikkate alarak Urfa'da cami filan gezeceğiz diye uzun kollu ama efil efil bir gömlek bile satın alıp yanımda taşımışım sonra yok efendim Urfa'ya gitmiyoruz. Ama hani çok güzeldi Urfa, hani ben herkese Diyarbakır-Mardin-Urfa turu yapıcaz demiştim.
Neyse isyanın bir anlamı yok gitmedik efendim Urfa'ya filan, Hasankeyf'e gittik, orada da bilmediğimizden asıl kilisenin olduğu tepeye tırmanmak yerine arkalarda bol mağaralı bir yerlerde dolandık durduk. Sonuçta da pek de öyle güzel bir şey görmedik ama benim teee Amerika'lardan bayıla bayıla aldığım canım ayakkabılarım tozun-toprağın içinde hakkın rahmetine kavuştu :(
Evet neyse tamam şikayeti bırakıp geçiyorum anlatmaya. Hasankeyf Batman'ın bir ilçesi. Şehrin tarihi neredeyse 10000 yıl öncesine dayanıyor. Yakınca bir zamana kadar da insanlar mağaraların içinde yaşıyorlarmış ancak daha sonra devletin yaptırdığı sosyal konutlara taşınmışlar. Yine de hala mağarada yaşayan bir kaç aile olduğunu duyduk. Hatta şu yanlışlıkla çıktığımız tepenin içindeki bir mağarada hindiler filan görmüşlüğümüz de var. Sanırım yaşanmasa bile kullanılıyorlar hala.
Ancak son yıllarda gündeme sıkça geldiğinden tahminen hepinizin bildiği gibi yapılması planlanan Ilısu Barajı nedeniyle bölge tamamen sular altında kalacak ve kültürel mirasını da yitirecek :( Su sıkıntısını 50 sene giderecek olmak güzel bir şey ancak yitip gidecek olan tarih de göz önüne alınınca insanın içi gidiyor. Gerçi bir takım yıkılma tehlikeleri nedeniyle kaleye zaten çıkış izni  verilmiyordu. Ayrıca fotoğraflamayı nedense atlamış olsam da yukarıda kayaların üstünde kurulu bölümde de oldukça büyük kırık ve çatlaklar göze çarpıyordu.


Efendim burası yanlış çıktığımız taraftan gördüğümüz manzara.


Bu bölge tamamen sular altında kalacak olan kısımlardan.


 Eskiden yaşam sürülen bu mağaralar da sular altında kalacak.



















Dediğim gibi biz tamamını dolaşmamış olduk. Eminim görmeye değer farklı yerleri de vardır ancak ne yazık ki ben sizlerle paylaşamıyorum. En iyisi tamamen sular altında kalmadan gidip kendi gözlerinizle de görmeniz olacaktır...

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Bayram Tatili Vol.2 Mardin

Herkese sevdikleri ile birlikte geçirebileceği nice mutlu, sağlıklı ve huzurlu bayramlar dileyerek başlamak istiyorum bu posta..

Malum biz bu Bayram Güneydoğu turu yapıyoruz. Önceki gün de Mardin'e gittik. Eşim askerliğini burada yapmış olduğu için anlata anlata bitiremez ve hep beni buraya getirmek isterdi. Kısmet bugüne imiş.. Ben de en çok da burayı merak ediyordum. Ama inanın ne kadar hayal etseniz az buraya. Anlatılmaz, görülmesi gereklidir.. Yine de kalemim döndüğünce, makinemin çekebildiğince gördüklerimi anlatayım.

Şehir, Yeni Mardin ve Eski Mardin olarak ikiye ayrılıyor. Yeni Mardin hepimizin yaşadığı normal şehirlerden.. Asıl görülmesi gereken yer Eski Mardin.. Burada kendinizi çocukluğunuzdaki otantik masallarda gibi hissediyorsunuz.. Şimdi şu evlerin arkasından uçan halısıyla Sinbad geçecek sanırım diye beklemeniz için çocuk olmaya gerek yok.. Gerçekten sihirli bir görüntüsü var kentin. Sanırım 1,5 km. Uzunluğunda bir caddesi var, kâh başınızı kaldırıp mimarinin güzelliğine, kâh sağda-solda sıralı vitrinlerdeki gümüşlere bakarak yürüyün. Eğer ilginiz varsa Mardin'de gümüş işçiliği çok meşhurdur. Telkari denilen bu gümüş işleme sanatı örneklerinden kendinize ve sevdiklerinize almak isteyebilirsiniz. Eşim bana asker dönüşü bol bol getirdiğinden ben kendime değil ama çok yakın 2 arkadaşıma birer kolye kapıverdim. Aslında gözüm bilekliklerde kalmıştı, sonra bakayım diye düşünürken Mardin'den tahmin ettiğimizden önce ayrıldığımız için alamadım.
Her neyse, şöyle bir yürüdükten, etrafa bakındıktan sonra ikinci sürpriz için cadde üstündeki bir kebapçının ya da Cafenin içine girip, çıkabileceğiniz en üst kata kadar çıkın ve o nefes kesici manzaraya karşı hiç olmazsa bir çay için..




İzlerken yeryüzü şekilleri dağıtılırken bu şehir neredeymiş diyorsunuz..



































Az daha ilerisi Suriye de Dünya yuvarlak olduğundan pek seçilmiyor ;)
























Bunlar da eski Mardin'in taş evlerinden..



































Oturduğumuz yerden çektiğim için yeterince güzelliğini yansıtmıyor çekimler ama maalesef elimde sadece bunlar var.

Mardin'in bir diğer özelliği de Süryani'lere ev sahipliği yapıyor olması. Milattan sonra 5. yüzyılda inşa edilen Deyrulzafaran Manastırı da, muhteşem mimarisi yanında Süryani Kilisesi’nin önemli merkezlerinden biridir.
























Üç kattan oluşan Manastır 5. yüzyıldan başlayarak farklı zamanlarda yapılan eklentilerle bugünkü haline 18. yüzyılda kavuşmuş.

































Rehberimizin söylediğine göre hala manastırda eğitim alan (gündüz normal orta okul -liseye giden) çocuklar da varmış.


































Ve ne yazık ki Mardin turumuz burada sona ermek zorunda kaldı. Yanında birileri ile hem de sözünden çıkma şansın olmayan birileri ile gezmenin getirdiği bir takım olumsuzluklar var.. Mesela ben Mardin'in o daracık sokaklarında elimde fotoğraf makinemle gezmek, o büyüyü biraz daha yaşamak, oturup bir yerlerde Süryani Şarabı içmek istiyordum. Bunun yerine bizim adımıza verilen karara uyup, yolu yaklaşık 1,5 saat uzatarak tamamı tadilatta olduğu için pek de birşeye benzetemediğim ve sadece 5 dk. görüp geri döndüğümüz Malabadi Köprüsü'ne gitmek durumunda kaldık.
Sağolsun kayınpederim bütün olanaklarını seferber etti. Bizi yanımızda yöreyi bilen, bize rehberlik eden bir arkadaşla gezdiriyor ama o gün Mardin'de az kaldığımıza gerçekten çok üzüldüm. Ve ne yazık ki böyle durumlarda sesini çıkartan da sen olamıyorsun.
Bu nedenle Mardin'e bir gün yeniden gelmek ve daha rahat gezmek üzere hesabımızı kapatmadan ayrıldım ;)
Malabadi Köprüsü fotosu yok malesef çünkü komple tadilatta idi ve buraya koymaya değecek bir poz yakalayamadım. Onun yerine bu tatlı çocuğa baksanız olmaz mı?


7 Ağustos 2013 Çarşamba

Bayram Tatili Vol.1 Diyarbakır

İş hayatımın en yoğun 2 gününden sonra nasıl oldu da işleri tamamlayıp/tamamlayamadıklarımı devredip shuttle'a yetiştim, o trafikte uçağı nasıl kaçırmadık hala hepsi bulutlu aklımda ama neticede Diyarbakır'dayız.. Bayramı iş nedeniyle bir süredir Diyarbakır'da ikamet eden kayınpederimin yanında geçireceğiz. Fırsat bu fırsat hem uzun süredir göremediğimiz kayınpederimi hem de bu coğrafyayı bir görelim dedik.
Kısaca ilk izlenimlerimi aktarmak gerekirse, ilk kez bir geziye çıkmadan gideceğimiz yer hakkında hiç bir araştırma yapamadığım için neyle karşılaşacağımı hiç bilmeden geldiğim bu şehri hayal ettiğimden çok daha modern buldum. Elbette Doğu kültürü buram buram çarpıyor yüzünüze ama ortalıkta çıplak ayakla koşturan kavruk çocuklar, tozun toprağa karıştığı yollar filan yok. (Sanırım abartmışım kafamda, elbette böyle olmayacaktı)
Bence Doğu kültürü gayet modern bir şekilde sentezlenmiş bu şehirde. Bir kere yollar İstanbulunkilere 10 basacak genişlik ve güzellikte. Binalar desen, şimdiye kadar gördüğüm kesimler yine gayet modern. Çarşının dokusu ise biraz daha hayal ettiğim gibi, fazla bozulmamış. 20 sene önceki Ankara-İstanbul çarşılarında buluverdim kendimi. İşporta usulü sokak satıcıları, tezgahları kaldırımlara taşmış dükkanlar... Bayram öncesi çuvalların içinde renk renk şekerler, tatlıcıların vitrininde tepsi tepsi baklavalar, kadayıflar... Hanlar, Hz. Ömer döneminden kalma Ulucami hepsi tarih kokuyor, kim bilir ne hatıralar barındırıyorlar içlerinde.. İnsan kendini zamandan soyutlanmış hissediyor buraları gezerken..

İşte fotoğraflarla bugünümüz...

Sabah Tarihi Hasan Paşa Hanı'na kahvaltıya gittik.
Hasan Paşa Hanı, Diyarbakır'da Ulu Camii'nin doğu girişinin karşısında, Gazi Caddesi'nin üzerinde yer alan tarihi bir han. Hanın iki kitabesinden öğrenildiğine göre, Diyarbakır'ın Osmanlılar tarafından alınmasından sonra üçüncü vali olan Sokollu Mehmet Paşa'nın oğlu Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572 ve 1575 yılları arasında yaptırılmıştır.
























Kahvaltısı meşhur olan handa sofra yöresel lezzetlerle donatılıyor. Peyir çeşitlerinden tutun da bala, reçelli manda yoğurdundan tutun da tuzlu helvaya kadar gelen her tabaktan birer lokma almadan kalkmamalısınız o sofradan.. Sonra onlar arkanızdan ağlar mı bilmem ama yemezseniz siz ağlamalısınız :)
























Han'ın girişi.. İçeride şallar, bakır cezve, tavalar, kilimler gibi yöresel eşyaların yanı sıra bol miktarda kuyumcu da var.. Ayrıca bir de kitapçı varmış meşhur ama nasıl olduysa ben kaçırmışım, fırsat bulursam gidip tekrar gezeceğim.

Aşağıdakiler de benim han içindeki amatör fotoğraf denemelerim. Elimde makine ile resmen ben turistim diye bağıra bağıra bütün hanı dolaşıp ne çeksem diye etrafı kestim, işte gözüme takılanlar..









Burası da Ulucami. Anadolu'nun en eski camisiymiş. 639 yılında Diyarbakır'a egemen olan müslüman Araplar tarafından şehrin merkezindeki en büyük mabedin (Martoma Kilisesi) camiye çevrilmesiyle oluşturulmuş. Elbette bir çok defa elden geçmiş ve onarım görmüş, hatta şimdi de restorasyon çalışmaları yapılmakta ve bu nedenle fazla fotoğraf çekme şansımız da olmadı.
























En son da Sülüklü Han'a gittik. Bu handa eskiden bir kuyudan sülükler çıkarılır ve tedavi amaçlı kullanılırmış. İsmi de buradan gelirmiş. Kurtuluş Savaşı döneminde de süvari birlikleri tarafından askeri karargah olarak kullanılmış.




































Menengiç kahvesi içtik. Tadı damağınızda kalacak bir lezzet. Mutlaka ama mutlaka içmelisiniz. Sonra da beni hatırlayıp teşekkür edersiniz artık :)
Ayrıca Gül şerbeti ve Süryani şarabı da pek güzelmiş ancak bugün deneme fırsatımız olmadı. Gitmeden mutlaka yapılacaklar listesindeler ama.
























Hava bildiğiniz çok sıcak ama içeriye şu su püskürten sistemden kurmuşlar, ağaçların gölgesi de baya bir yeterli oluyor ki biz gayet öğlen sıcağında 2 saate yakın oturduk.
























Müzik ve atmosfer harika. Diyarbakır'a yolu düşen herkesin mutlaka uğrak yeri olmalıdır burası..























Bendeniz de İngiliz Kraliyet Ailesi'ni temsilen Diyarbakır'da bulunduğum için şapkamı pek çıkartmadım ;)

Kısa yazıcam demiştim di mi yazıya başlarken.. Peki ;)

2 Ağustos 2013 Cuma

Kurumsal Plaza Hayatı

Dışarıdan bakılınca çok pırıltılı gözüken kurumsal plaza hayatı;

- Turnikelerden içeriye girerken ayrı, asansörle yukarıya çıkmak için ayrı kuyruk beklemek demektir.
- Her gün 8 saat bilgisayar başında oturmak demektir.
- Çay ve kahveye ister istemez alışmak ve hatta tiryaki olmak demektir.
- Çekmecelerinde kalemden çok bisküvi, bitki çayı çeşitleri vs. Bulundurmak demektir.
- Masanın altında kutu kutu topuklu ayakkabı olması ve bu kutuları zaman zaman ayaklarını uzatmak için tabure gibi kullanmak demektir.
- Çeşit çeşit insan tanımak, çeşit çeşit insan yönetmek ve çeşit çeşit insan tarafından yönetilmek demektir.
- Yükseltilmeyen insanların hırsını senden çıkartması demektir.
- Herkesin en iyinin kendisi olduğunu sandığı bir yerde ayakta kalabilmek ve kendini gösterebilme çabası demektir.
- Farklı ünvanlarda olmana rağmen aynı işi yaptığın insanların senin için o daha çok kazanıyor, daha çok çalışsın diye düşünmesi demektir. (Çünkü ücret politikasını biz belirliyoruz ya!)
- Giydiğinin, yediğinin, taktığının, makyajının, oturduğun yerin, tatilde nereye gittiğinin, arabanın, karının/kocanın aklına gelebilecek her şeyinin dedikodu malzemesi olabilmesi demektir.
- Sigara içsen de içmesen de oksijensizlikten her gün 2 kere kendini bina dışına atmak istemen demektir.
- Binanın kapısından çıktığın anda sigara içenin bile midesini bulandıracak yoğun bir sigara dumanını solumak demektir.
- Basiretsiz ve yöneticilik vasıflarından uzak insanların nasıl bu kadrolara geldiğini hiç anlayamamak ama kabul etmek zorunda olmak demektir.
- Senden üst ünvanda olmasına rağmen senin ona iş anlatman demektir.
- Senden alt ünvanda olduğu için birine sürekli iş anlatman ve daha fazla sorumluluk almak zorunda olman demektir. ( Buradaki kastım ast-üst değil, aynı işi yaptığın ama ünvan olarak senden alt olan (valla ik politikası böyle ben ne yapayım))
- Kocaman bir katın öbür ucundaki kahkahayı bile duymak zorunda kalmak demektir.
- Sen nefret etsen de yan kübiğinde oturan arkadaşının mırıldandığı şarkıları dinlemek zorunda kalmak demektir.
- Hep ama hep gürültülü bir ortam ya da hiç çıt çıkmayan ortam demektir. Ortası yoktur, ya hep çok gürültülüdür çalıştığınız bölüm ya da hep ölüm sessizliğinde.
- Sizi sevmeyen yöneticinin bir üstünüze performansınızı bile-isteye yanlış aktarması demektir.
- Bol mesai demektir.
- Hafta içi akşam/ hafta sonu planlarınızın sıklıkla iptal olması demektir.
- Sana yarın erken gelip şu işi halledelim diyen insanların, sen mesaiden 2 saat önce gelirken normal saatlerinden bile geç kalmaları ve buna gülebilmeleri demektir.
- Giyinilecek markaların ve bu markaların giyilebilecek kıyafetlerinin ne kadar sınırlı olabildiğini kendi elbisenden 5 farklı insanda da görerek anlaman demektir.
- Hep bakımlı olmak gerekliliğidir. ( Evet temizlik yapmaya gelmiş gibi olanlar da vardır ama ben olması gerekeni söylüyorum)
- Çok sıkıcı toplantılar demektir.
- Berbat İngilizcesi olan insanların konuşma çırpınışlarını izlerken gıkını çıkaramamak demektir.
- Aptal insanlara tahammül etmek zorunda olmak demektir.
- Senden iş isteyenlerin beynine girip özünde ne demek istediklerini anlamaya çalışman demektir.
- En basit işi bile nasıl yapacağını kırk kere soranlara karşı sabırlı olmaya çalışmak demektir.
- Ekip arkadaşının hatasından hiç alakan olmasa da senin de sorunlu olman demektir.
- Her gün yüzlerce mail ve telefon yanıtlarken işe konsantre olmayı öğrenmek demektir.
- Senden yaptığın raporun gelişim değerlerini virgülden sonra 2 hane, diğer değerleri virgülden sonra hane olmadan yollamanı isteyerek raporu iade eden (yönetici değil seninle aynı seviye) insanları boğmamayı başarmak demektir.
- İşi olmadığı halde yeni gelen işi üstüne almayan sorumsuz insanlarla çalışmak demektir.
- Sinirlerine hakim olamayacak hale gelmektir.
- Ben kanser olmazsam başka da kimse olmaz demektir.

- Pencere kenarı bir masan varsa hele bir de üst katlardaysan harika bir manzara demektir.
- Bir elin parmağını geçmese de sonsuza dek süreceğini bildiğin arkadaşlar edinmek demektir.
- Bir kuruma bağlı olmak ve yaşadığın herşeye rağmen o kuruma içinde bir sevgi beslemek, aile gibi olmak demektir.
- Masanda hep bir A4 kağıt tutup (istifa dilekçesi yazmak için) hiç kullanmamayı istemek ama hep elinin altında dursun istemektir.
- Bazen nefret etmek bazen çok sevmek, hep bir çelişki içinde olmak ne gidebilmek ne kalabilmektir.




1 Ağustos 2013 Perşembe

Kremalı-Biftekli Makarna

Makarnaya bayılırım/ız.. Canınız ne yemek istiyorsa katın birbirine sos haline getirip karıştırın makarnayla inanın bana değme İtalyan Restaurantları ile aşık attığınızı göreceksiniz. Her şey yakışıyor makarnaya yeter ki hayal gücünüzü kullanın..
2 hafta önceydi sanırım bu makarnayı yaptığımda. Buzlukta biftek vardı, onu değerlendireyim istedim. Benim canım da makarna istediğinden azıcık interneti de karıştırıp nasıl yapsam diye düşündüm. Genelde bulduğum tarifleri aynen uygulamam ben. Kendime göre bişeyler ekler/çıkarır, kafama göre bir hale getiririm mutlaka. O yüzden de asla bir yaptığım diğeri ile tutmaz çünkü önceki sefer ne yaptığımı, neyden ne kadar kattığımı unuturum hep :) Hatta bu yüzden eski usül defter tutmayı düşünüyorum da neyse bu başka bir konu..
Efendim bu tarif de oradan buradan bakıp karıştırdığım bir tür oldu, buyurunuz tarif şöyle...

Malzemeler:

- 2-3 dilim biftek, julyen doğranacak
- 5-6 dal taze soğan, ince ince kıyılacak
- 3-4 yaprak taze felsefen, ince kıyılacak
- 5-6 dal maydanoz, ince kıyılacak
- Evdeki peynir çeşitleri, dilediğiniz miktarlarda rendelenecek
- Krema
- Süt
- 2 diş sarımsak, ezilecek

Bence mantar da harika olur ama maalesef eşim yemiyor :(

Makarnayı bildiğimiz usül haşlıyoruz. Hatta eğer spagetti, tagliatelle gibi uzun bir tür makarna tercih etmedinizse vitamininin içinde kalması ve daha lezzetli olabilmesi için kavurarak da yapabilirsiniz.

Başka bir tavada (mümkünse wok tava) az yağla julyen doğradığınız etleri pişirip, pişmesine yakın taze soğan, sarımsak ve fesleğeni de katıp birazcık çevirin. Arkasından 1 paket çiğ krema ve 1 çay bardağına yakın sütü ekleyip, rendelediğiniz peynirleri de atıp altını kısarak sosu biraz koyulaşana kadar pişirin. Üstüne ince kıydığınız maydonozu da katıp mümkünse makarnayı da süzüp-suya filan sokmadan kevgirle tavaya aktarın. Birazcık suyunun gelmesinde hiç sakınca yok hatta ben sosa su katmak gerektiğinde de makarnanın kendi suyunu kullanırım. Tavanın içinde bir güzel harmanlayıp, afiyetle yiyebilirsiniz..

Hımmm acıktım mı nee ;)





Location:Levent,Türkiye