31 Temmuz 2013 Çarşamba

Misafir pisipisi

Benim kayınvalidem de kayınpederim de birer kedi delisidir. Kayınpederimde Tarçın isminde sanırım 10 yaşında bir Persian vardı. Eşim onu o kadar çok sever ki kardeşi sanıyor :) (tek çocuk olunca herşey kardeşin olsun istiyorsun, 2.yi düşünmeyenlere duyurulur)
Sonra eşim ve kayınvalidem eşimin işi dolayısıyla İstanbul'a taşınınca anneannesinin bahçesinden yeni doğmuş 3 sokak kedisi aldılar. Onlarla başımızdan geçenleri anlatsam roman olur ama erkek olan 9.kattan düşüp, omurgayı kırıp yine de iyileşebildi deyim siz kalanını tahmin edin işte. Sonra veterinere bir gittiğinde kayınvalidem terk edilmek istenen dünyalar güzeli bir Chinchilla görüyor ve hop o da eve getiriliyor. Kayınpederim ameliyat olacağı zaman Tarçın da İstanbul'a gelince kayınvalidem bir ara 5 kediye bakıyordu valla.
Ben severim sevmesine kedi, geçmişimde de uzun süre baktım ama sonradan alerji baş gösterdi. Bir süre inat edip vermedim ama astıma çevirecek filan denilince annem anında olaya el koydu ve benim pisicik başka bir aileye gitti. Ama hiç bir zaman 5 kedi ile aynı anda uğraşabilecek kadar sabırlı birisi olamadım. O yaşta (65) bu işin altından kalkan kayınvalidemi de tebrik ediyorum vallahi :)
Neyse şimdi 2 kedi (sokaktan aldığımız dişiler) kısırlaştırılmış olarak bahçeye salındılar da kadıncağız da biraz rahat nefes aldı. Orada besleniyorlar, bir sürü de yeni arkadaşları oldu hatta duyduk ki bölgede krallık kurmuş diğer kedileri döver olmuşlar :)
Bu veterinerde terk edilirken alınan Lokma da geçen kış çiftleştirildi ve 2 farklı pisi pisiden baba oldu kerata :) Onun yavrularından birini de benim iş yerinden çok yakın bir arkadaşım aldı.
Velhasıl kelam bunca şeyi anlatmamın nedeni ismi Mocha olan bu şirin ötesi pisi, arkadaşım tatile giderken bir hafta bize misafir olarak geldi ve ben onun güzelliğini sizlerle de paylaşmak istedim de ondan :)



Bakınız yemek masasının çevresinde cirit atan pisi pisi :)


Koltuğa kurulmuş pisi pisi :)


Ve sıcaktan baygınlık geçiren pisi pisi :)



Bu da cep telefonumu kurtarıp yerine tokamı heba ettiğim an :)

Ama çok tatlı değil miii? Kulağını ısırıcam valla :)


Location:Levent,Türkiye

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Tereyağlı - Vanilyalı Kurabiye

Hayatımın ilk kurabiye denemesini geçen pazar yaptım. Hafta içi 2 gün rüyamda kurabiye görünce tatlı ile hiç arası olmayan ben, tatlı delisi kocamın şaşkın bakışları altında kurabiye yapmaya karar verdim. Hatta eşim söz aldı hafta sonuna kadar vazgeçerim diye :)
Evimizde bugüne kadar hiç kullanmadığım İş Kültür Yayınları'na ait Dünyanın En Güzel Kurabiyeleri kitabı var. Oturduk karı-koca hem damak zevkimize uygun hem de ilk denemede beni zorlamayacak bir tarif aradık ve nihayetinde aşağıdakini bulduk. 
Pazar günü oldukça basit olan bu tarif hızlıca da uygulandı ve başarılı sonuca ulaşıldı. Ben de bu arada kurabiye yapımı ile ilgili çok önemli iki püf noktası öğrendim ve paylaşmak istiyorum ki benim gibi ilk defa kurabiye yapacaklar bu gerçekleri bilsinler.
1. Pişmeden önce minnak minnak tepside duran kurabiyeler fırının içindeki 5. Dakikadan sonra devasal boyutlara ulaşıyorlar ve sizin yeterince bıraktığınızı sandığınız boşlukların aslında hiç de yeterli olmadığını gözünüze sokuyorlar. (fotoğraftan da anlaşıldığı gibi benimkiler bu nedenle biraz bozuk şekilli oldular) Kurabiyeler arası bol mesafe lütfen :)
2. Tarifte yazdığı gibi 8-10 dk. pişirdikten sonra kurabiyeleri kek zannedip pişip pişmediğini parmaklama usulü ile kontrol etmeyin. Kurabiyem içine göçünce ben de aaa bunlar pişmemiş deyip geri koydum fırına. Neyse ki eşim yanımdaydı ve uyardı canım onlar dışarıda sertleşecek diye. Yoksa şahsen ben kendilerinin fırının içinde kurabiye kıvamına gelmelerini bekleyip bunu da parmaklayarak test edecektim. Demek ki püf nokta üstü altın sarısı olduysa tepsiyi çıkarıp dışarıda soğutarak kıvamını bulmasını beklemekmiş :)

Evet şimdi gelelim tarife :)

Malzemeler:
* 2,5 su bardağı tam buğday unu (Söke Un'un tam bağday ununu kullandım)
* 200 gr. tuzsuz tereyağı (Pınar'ın tuzsuz tereyağını kullandım)
* 1 su bardağı pudra şekeri (Dr. Oetker marka)
* 2 tatlı kaşığı vanilya esansı (2 adet Dr. Oetker vanilin kullandım)

Yapılışı:
1. Unu ve küp küp kestiğiniz tereyağını mutfak robotuna koyun ve karışım kalın ekmek kırıntılarını andırana kadar çekin. Sonra pudra şekeri ve vanilini de ekleyerek sert bir hamur oluşana kadar karıştırın.
2. Hamuru unlu bir yüzeye alıp hafifçe yoğurun ve 30 cm uzunluğunda 5 cm çapında kalın bir sosis biçiminde şekillendirin. Alüminyum folyoya sarın ve sertleşene kadar 1 saat soğutun.
3. Fırını 200 C'ye ısıtın ve keskin bir bıçak kullanarak hamurdan 5 mm'lik dilimler keserek yağlı kağıt serdiğiniz fırın tepsisine arasında mesafe bırakarak dizin.
4. Altın sarısı rengini alana kadar (8-10 dk.) pişirin. 5 dk.fırın tepsisinde beklettikten sonra soğuması için tel ızgaranın üzerine alın.
5. Servis yaparken arzuya göre üzerine pudra şekeri serpebilirsiniz.

Afiyet olsun :)

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Haftasonu Güncesi

Cumartesi günü evde büyük temizlik vardı. Fatma Hanım'la sabah 9 diye konuşmuş olmamıza rağmen sabah 8.15'de hadi çok iş var diye kapıya dayanıverdiler :) Önceki akşamdan
arkadaşlarla dışarıda olduğumuzdan uykumu tam alamamış, sersemliğimi atamamış halde kahvaltı hazırlamaya başladım. Eşimin Ankara'dan arkadaşları geldiği için önce onu doyurup gönderdim (temizlik varken ayak altında olmaması candır:) ) sonra da kızlara hazırladım bişeyler. Ayrıca evi temizlemeye gelen 3 kişi var diye evi temizlenenin ayaklarını uzatıp da kahve içtiğini düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Ben de ne zamandır mutfak dolaplarımı yeniden düzenlemek, daha sık kullandıklarımı daha elimin altında bir yerlere alıp az kullandıklarımı da ortadan kaybetmek istiyordum. Dedim ya Cumartesi büyük temizlik gübüydü. Genel temizliğin haricinde duvarlar silindi, halılar toplanıp yıkamaya gönderildi, perdeler yıkandı, storelar silindi. E benim mutfak dolaplarımın neyi eksik onlar da misler gibi olmayı hak etmiyor mu yani :) İşte kızlar kalan işleri yaparken ben de mutfağımı kafama göre düzenledim. Onlar saat 2 gibi çıkıp gidince akşam Bölüm arkadaşımın düğününe hazırlanmak için duş al- kuaföre koş- saçı yaptır- eve gel- eşinle birlikte eve gelen arkadaşları ile ilgilen-sohbet et- giyin-makyaj yap- koca adamları zorla playstation'ın başından kaldır-Pendik'e kadar 3 farklı duraktan 4 kızı toplayıp düğüne git maratonuna geçtim :) Eşim arkadaşlarım var diye düğünden kaytardı. Bizi bırakıp geri döndü. Biz de oooh gönlümüzce vur patlasın çal oynasın keyifli bir düğün geçirdik, kızımızı verdik, başka bir arkadaşımızla döndük evlerimize.
Hooop oldu sana Pazar. E malum çalışan insanın kahvaltı ile büyük bir aşk yaşadığı gündür Pazar. Ben de mükellef bir kahvaltı hazırladım, yedik, içtik derken kayınvalidemin alışverişe gitmesi gerekiyormuş, eşimden yardım istedi. O çıktı annesini market alışverişine götürmeye ben de kızladan kalan ütüleri yapmaya giriştim. (biraz birikmişti ütüm de) 2 saatçik sürdü bitirebilmem :) Hadi bir yandan yıkanan çamaşırları as, hafta içi için yemek hazırla, kendi market alışverişini hallet, bir de eşime sözüm vardı bu hafta kurabiye yapacağım diye onu yap derken en yakın arkadaşım aradı. Akşam gel kız kıza dışarı çıkıp deniz kenarında bir balık yiyelim dedi. Hadi ona da tamam de işlerini hallet-duş al- fırla dışarıya arkadaşınla buluş (yok valla bu kısımdan hiç şikayetçi değilim, o kadar iyi geldi ki her zamanki gibi daha sık yapmalıyız diye döndük zaten) geri eve dön-yat uyu...
Eeeee haftasonu tatili denilen şey bu mudur arkadaş. Yoksa eşim çocuk istememekte haklı mı? Bunca kargaşanın içinde bir de çocuğum olsa gerçekten hayat çekilmez mi olur yoksa?
Neyse Allah'tan Pazartesi oldu da iş yerinde çalışırken oturup dinlenebiliyorum :) Yaşasın Pazartesiiiiii :P

7 Temmuz 2013 Pazar

Girişimcilik Ruhu

İlk evlendiğimizde temizlik işini eşimle birlikte hallediyorduk. Önce süpürme işini verdim ona. Geriye kalan silme-toz alma, banyo ve mutfağı da ben yapıyordum. Sonra baktım yatak altı- koltuk arkası filan temiz olmuyor, hep tozlu kalıyor. Hadi bari sen silip, toz al dedim. Silme dedimse öyle bildiğimiz yere çömelip de silme filan değil ha. Vileda yapacak altı üstü. Baktım onda da yarım metre silinmişse yarım metre kuru gidiyor. Sadece toz alsın dedim, kalanını ben yaparım. Birgün bir baktım ki elinde toz bezi uyuyakalmış. Ne oldu dedim. Çok yorulmuş ;) Anladım ki böyle olmayacak. Ben de karar verdim iki haftada bir eve temizlik ve ütüye yardımcı alıyorum. Aradaki haftada ben ufak çaplı temizliyorum sonraki hafta da camları, kapıları derken büyük temizlik yapılıyor. İlk iki hanımla pek anlaşamadık. Ben biraz titiz olunca beklediğimi bulamadım. Sonra sitede bir firmanın ilanını gördüm. Ev-ofis temizliği diye, arayayım bakalım dedim. Bir kadın çıktı karşıma. Önce sandım ki bu bildiğimiz temizlik şirketleri filan. Ama kadın eve ilk geldiğinde durumun hiç de beklediğim gibi olmadığını anladım.
Fatma Hanım evlere temizliğe giden, çocuk bakan, deyimi yerindeyse ekmeğini taştan çıkarıp evine katkıda bulunan bir kadın. Kendince bir şirket kurmuş. Ama öyle ticaret sicili olan, kayıtlı bir şirket filan değil bu. Temizliğe gitmek isteyen tanıdıklarını buluyor. Bunları 2şerli 3 erli grupluyor. Sonra sabah bir eve giriyorlar. 3 kişi olunca da iş 3-4 saat içinde bitiyor. Hadi bu sefer başka eve geçiyorlar. Günde 3 eve bile gittikleri oluyor. Yanında çalışanları sabah o getiriyor, akşam da yine onunla dönüyorlar. Öğlen yemeklerini de o veriyor. Böylece tek başına 3 günde kazanacağı parayı 1 günde kazanıyor. Yanındakilere nasıl bir ücret ödemesi yaptığını bilmiyorum ama tahminim aylık bir ücret ödüyor ve karşılığında 1 ayda belirli sayıda gün çalışmalarını bekliyor. Böylece çalışanlar da daha az gün işe giderek, üstelik gidecek ev arama, oraya gitme derdi de olmadan para kazanmış oluyorlar. Sistem bana baya mantıklı geldi. 
İnsanları asla eğitimine göre değerlendirmem zaten ama yine de şaşırmıştım olayı anladığımda. Kadında resmen girişimcilik ruhu var. Toplamış kadınları kendince bir şirket kurmuş, üstelik çok da profesyonel çalışıyor. Genelde evlere kendisi de gidiyor ve mesela ütüyü ve mutfağı kendisi hallediyor, diğerleri de kalan işleri. Ama o gün yoğunluk varsa ve tüm evlere kendisi gidemiyorsa bile gün bitiminde kadınlar çıkmadan mutlaka gelip bir bakıyor iş iyi yapılmış mı diye. Kimin hangi işi iyi yaptığını da tespit etmiş, kızları ona göre sen şunu yap- sen bunu diye yönlendiriyor. Bezlerini de tupperware'dan alıyor ve kendisi getiriyor. Sadece mutfakta ev sahibinin bezini kullanıyor. Gerçi ben biraz titiz olduğumdan Fatma Hanım ne kadar ben bunları 90 derecede yıkıyorum. Asla sizden önceki evde kullanılanı sizde kullanmıyorum dese de ben camlar dışında bütün eve kendi bezlerimi kullandırıyorum ama getirdiklerini de gördüm. Gerçekten bezleri tertemiz.
Öyle yani, sermaye yok ortada. Kadın kendi yaptığı işten nasıl daha çok kazanacağını bulmuş ve gayet de güzel işletiyor sistemi. Demem o ki girişimcilik için en iyi üniversitelerin, en harika bölümlerini bitirmeye, işe milyonlar yatırmaya filan gerek yok. İnsanın içinde o ruh varsa ne yapıp edip kendi işinin patronu oluveriyor. Biz de kurumsal hayatın içinde sürünüp gidelim daha :)

Not: Numarasını paylaşmayı doğru bulmuyorum. Ama Avrupa Yakası Finanskent ve Avrupa Konutları civarında olup da Fatma Hanım'a ulaşmak isteyen olursa bana yazabilir.

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Bir Meyhane Gecesi

Ramazan öncesi eşimin bölüm arkadaşları ve eşleri ile felekten bir gece çalalım dedik. Uzun konuşmalar sonucu, Asmalı mı, karşı tarafta Bostancı mı yoksa bizim yakada deniz kenarı bir yer mi olsun derken arkadaşlardan birinin tavsiyesi ile Refik'e (http://www.refikrestaurant.com/ ) gitmeye karar verdik. 

Asmalı Mescit Sofyalı Sokak'ta şirin bir meyhane Refik.  Mezeler fena değildi ama ezmeye soğanı biraz fazla koymuşlar, çok sevmeme rağmen yiyemedim. Ara sıcaklardan ciğer ve kalamar tava güzeldi ama tereyağında karides beni büyük hayal kırıklığına uğrattı :( Mezelerle karnımızı çok doyurduğumuzdan ana yemeği ortaya 2 karışık ızgara olarak söyledik. Üstüne de meyvemizi yedik, kahvemizi içtik hatta fallar bile bakıldı :) 1 büyük 1 de küçük rakı ile bir kadeh de şarap içildi masada. Kişi başı 65'er ödedik. Ana yemek çok az yediğimizden fiyat az gibi gözükse de aslında çok da uygun olmadığını düşündük. Lakin hizmet son derece hızlı, sorunsuz ve hatasızdı. 
Sonuç olarak gidilmez değil hatta anladığım kadarıyla müdavimi de çok. Duvarlardaki gazete küpürlerinden okuduğum kadarıyla baya da eski bir yer. 

Ama bana sorarsanız meyhane deyince Asmalı Cavit bir numaradır. Eğee yolunuz düşerse fava, karides, ciğer tava ve ızgara hamsi yemeden kalkmayın derim :)

5 Temmuz 2013 Cuma

İsimsiz Kahramanlar

Evet itiraf ediyorum, Gezi Parkı olaylarının ilk başladığı günlerde çalışıyorum dedim, akşam evde işim var dedim, eh zaten parkı koruyanlar, nöbet tutanlar var dedim ve bin türlü bahane ile o ağaçların kesilmesini engellemek için protestolara bir türlü katılmadım. Ta ki 31 Mayıs günü polisin orantısız şiddet göstermeye başladığı zamana kadar. İşyerinde bütün gün hem çalıştım hem olayları takip ettim sosyal medyadan. Bölümden arkadaşlarla talcidli, rennieli sular hazırladık. Maskeler bulduk buluşturduk. Limonlar, sirkeler satın aldık ama ben iş çıkışı yine evime dönmek zorunda kaldım. Eşimin sabaha karşı iş için Milano'ya gitmesi gerekiyordu ve daha valizi hazır değildi, ütülenecek gömlekler, hazırlanacak eşyalar beni bekliyordu. Bütün işlerimi bitirip hadi şimdi gitmek zamanıdır dediğimde gece 12 olmuştu. Olaylar bütün şiddetiyle devam ediyordu ve yerimde zor duruyordum. Bu sefer de eşim ben de geleceğim diye tutturdu. Sabah 5'te evden çıkıp havaalanına gitmesi lazımdı ve ne metrolar doğru düzgün çalışıyordu ne de gittiğimizde başımıza ne geleceği belliydi. Oturup düşündüm, bu adam beni yalnız yollamayacak ama ya çıkıp da saatinde geri dönemezsek, ya uçağı kaçırırsa, sonuçta keyfi seyahat da değil ki. Bir kere daha erteledim gidişimi. Eşime yalvardım birkaç saat uyu dinlen sen diye, o uyudu ben de bütün gece internet başından orada olan arkadaşlarıma bilgi aktarmaya çalıştım. Yayınlanan haberleri, internet şifrelerini, avukat ve doktor telefonlarını elimden geldiğinde test edip onlara ulaştırıyor, oturduğum yerden bir şeyler yapmaya çalışıyordum, gözümde yaş, yüreğimde umut, içimde korkularımla.

Sabah eşimi yolladım, eve temizliğe gelen yardımcımı karşıladım, çayını koydum ve zaten hazır olan "Direniş Çantamı" kaptığım gibi düştüm yollara. Beşiktaş'ta oturan iki arkadaşımla buluştuk ve Taksim'e gittik. Bundan sonrası emin olun roman olur. Yaralananları da gördüm, ağlayanları da. Bazense o kadar çok gaz oldu ki yanımdaki arkadaşımı bile göremedim. Ben size bütün bunları anlatmayacağım. Siz zaten medyadan (tabi ki sosyal medyadan) olayları takip etmişsinizdir. Ben size isimsiz kahramanlarımdan bahsetmek istiyorum.

Sıraselviler'deydik o sırada. TOMA'lar ve arkasında onlarca polis sürekli bizi geriye püskürtüyordu. Tazyikli suyun da, gazın da etkisi çok fazlaydı. Gözlerinde acıma yoktu, bizim de bir süreden sonra korkumuz yok oldu. Onlar püskürttü biz 2 adım geri gittik sonra 1 adım öne yürüdük. Saatlerce böyle sürdü. Yorulmuştuk da.. Sonra... işte sonra öyle bir müdahale geldi ki tamam dedim, buraya kadarmış... Tepemizde dolanan helikopterlerden gaz yağmuru başladı. TOMA'lar da karşıdan püskürtüyordu suyu ve gazı. Göz gözü görmez oldu bir anda. 1 metre ötemiz yoktu bizim için ama o 1 metrekarelik alanda 3 gaz fişeği sayabilmiştim. Biri kolumdan tutup çekti beni. Polis herhalde dedim. Gözaltına alıyorlar beni. Arkadaşlarıma bakmaya çalıştım, onları da alıyorlar mı diye, göremedim. Direnmedim, nedense direnmedim Alsın dedim, gerekiyorsa bunu da yaşayacağız. Bir apartmanın içine sokuldum. Gözlerim çok yanıyordu ve hala beni çekenin kim olduğunu görmemiştim. O an biraz korktum, ne yapacaklardı ki bana apartmanın içinde? Sonra öksüren insanların sesini duymaya başladım. Birisi adımı söyledi, ses tanıdıktı. Birlikte geldiğim arkadaşım da oradaydı. Kolumdan çekene baktım bir anda. Genç bir çocuk, gözünde deniz gözlüğü, ağzında ameliyat maskesi, üstünde şort, ayağında parmak arası terlikle gencecik bir adam. Baktım birileri daha çekiştirilerek apartmana sokuluyor. Belki 30 kadar insandık. Sonra bir ses duyduk. Geliyorlar diye bağırdı birisi. Aynı çocuk bu sefer ittirdi beni. O anda beynim çalışmıyordu sadece komutları yerine getiriyordum ve bana yukarı çık, çabuk herkes yukarı çıksın dediğinde sorgusuz merdivenleri tırmanmaya başladım. 5. katın sonunda birileri bizi bir ev soktu. Biz yukarıya doğru çıkarken polisler apartmanın kapısını açıp içeriye gaz bombası atmışlardı ve onun etkisi de peşimiz sıra yukarıya doğru çıkıyordu. Herkes içeriye girdikten sonra kapı kapatıldı. Arka taraftaki camlar açıldı, bizlerin yüzüne limon, sirke, talcidli su ne varsa sıkıldı işte. Gaz fişeği çarptığı için çok hafif yaralı bir kadıncağıza ilk müdahalesi yapıldı. Sigaralar içildi, camlardan bakıldı, bir şeyler yapıldı... Uzunca bir süre orada kaldık. Polislerin bomboş kalan sokaktan geçişini, kaçanları telefonları ile videoya çekip birbirlerine gösterdiklerini bile izledik. Çocuklar bir ara maskeleri, gözlükleri takıp apartman girişine kadar gittiler, camları açıp apartmandaki gaz havasının yerine temiz hava girsin diye..
Hiç isimlerini sormadım, tek bildiğim üniversite öğrencisiydiler, bizleri görmüş ve yetişmişlerdi. Kurtarmışlardı... Çıkarken de hakkınızı helal edin, ödeyemem deyip, teşekkür ettim o kadar.
İsimsiz kahramanlarımız onlar bizim.
Ama evi elimle koymuş gibi bulurum, yüzlerini de hala dün gibi hatırlıyorum. Onlar belki beni hatırlamaz ama ben onları asla unutmayacağım.
Diyorum ki bir gün ev yemekleri, kekler, börekler yapıp götürsem, bir ihtiyaçları var mı sormaya gitsem.. Olmaz mı ha ne dersiniz?

Not: Bu post için fotoğraf koymayacağım. Siz sloganların, pankartların, orantısız zeka ürünlerinin hepsini biliyorsunuz zaten. Ben de o direnişte olanların fotoğraflarını onların izni olmadan paylaşmak istemiyorum. Affınıza sığınırım :)

4 Temmuz 2013 Perşembe

Blog Adı

Üstünde pek düşünülmemiş bir konu bloğumun adı.. Önce çocuksuz anne sanatı demeyi düşünmüştüm ama evrene yanlış sinyaller vermek doğru olmaz dedim öyle çocuksuz filan demenin manası ne..
Sonra bir anda düştü aklıma sütlü kahve.. Çok severim kahveyi, yapamam onsuz ama illa ki de sütlü olacak o kahve hem de bool sütlü.
Hem ben de benziyorum sütlü kahveye. Saçım, tenim, gözüm (o biraz daha açık ama neyse) hep sütlü kahve renginde.. E tamam dedim oldu bu iş :)
Böylece benim sütlü kahvem çıktı ortaya...

Bu yanda görmüş olduğunuz da evde Tchibo marka kahve makinesi ile yapılmış (resmi aşağıda) bol sütlü ve köpüklü bir yorgunluk kahvesidir. Soran arkadaşlarım oldu diye belirtiyorum hayır efendim o kahvenin üstündekiler bulaşık köpüğü değil el emeği göz nuru süt köpüğüdür :) Eh o zaman bunu görüp de canı kahve çekenlere şimdiden afiyet olsunnn :) 

Amerika'ya Gitmeden Önce



Geçen sene Aralık ayında annem ve eşi (annem ve babam ayrı ve farklı insanlarla evliler) Mart ayı gibi Amerika'ya gitmeyi düşündüklerini söylediler. Eh onlar artık emekli ve bunun tadını çıkartıyorlar. Malum her emekli ve emeklilik hayali kuran insan gibi onların da en büyük istekleri dünyayı gezmek. Üstelik maşallah deyin onlar hayallerini gerçeğe çevirip bol bol da geziyorlar. Bugüne kadar gittikleri hiçbir yere “Ben de gelicem” dememiştim ama Amerika deyince beynimde şimşekler çaktı J Para var mı, biriktirebilir miyiz, bütçemizi ne kadar zorlar soruları üstüme doğru depar atmış gelirlerken hepsini birden durdurdum ve kendime, eğer gezmek için zengin olmayı beklersen daha çooooook beklersin deyip “Biz de geliyoruz” deyiverdim. Sağ olsunlar eşimle benim hiçbir kaprisimize hayır demediler. Önce biz işlerimizi ve para durumumuzu öyle ayarlayabildiğimiz için seyahati Mayıs ayına kaydırdık ve hatta bize konaklama parası da ödetmediler. Bir nevi besleme olarak gittik yanlarında J Ama karşılığında bütün planı-programı- bilet takibi ve vize işlemlerini, doldurulacak formları (ki aşağıda gerçekten bunun bir sabır işi olduğunu anlayacaksınız) biz hallettik. Hatta öyle zamanlar oldu ki emekli annem tiyatroda iken çalışan ben onun vize formunun peşindeydim J
Neyse sonuç olarak aşağıdaki aşamalardan sonra 2 haftalık harika bir New York seyahati yapabildik. Ama öncesindeki bilet, konaklama, gezilecek yerler, nerede yemek yenir konularında yaptığımız hummalı çalışmaları ben de unutmadan ilk kez gideceklere ufak bir rehber niteliğinde paylaşmak istedim.


* Bilet konusunda çok şanslıydık çünkü 3-4 ay önceden indirimdeki biletlerden bulabildik. Şöyle ki  gidiş-dönüş aktarmasız uçuş için kişi başı 1.150 TL ödedik. Vallahi Amerika için sudan ucuz :) THY’nin yurt dışı uçuş hizmetlerinden de son derece memnun kaldık ama bazen 100 USD farkla comfort class satışları oluyor, denk getirebilirseniz sakın kaçırmayın vallahi gözüm kaldı o koltuklarda :)
(Not: Bu fotoğraf bana ait ancak bu posttaki diğer fotolar alıntıdır)





* Vize için de yine oldukça erken davrandık. Size de tavsiyem son dakikaya bırakmamanızdır.
 https://usvisa-info.com/ adresinden vize ücreti olan 160 USD'ı ödeyebilir ve yine aynı siteden vize görüşme randevunuzu da alabilirsiniz. http://turkish.turkey.usembassy.gov/ds160_bilgi.html adresindeki Vize başvuru formunuzu da randevunuzdan önce mutlaka doldurmuş olmalısınız. Yalnız diyeceğim şudur ki o formu son derece sakin bir kafa ve sinirlerinizden arındırılmış olarak doldurunuz çünkü terörist misiniz, ülkemize bir terör saldırısı düzenlemeyi düşünüyor musunuz, son 10 yılda insan kaçakçılığı yaptınız mı ve hatta kadınlara fahişe misiniz, Amerika’da fahişelik yapmayı düşünüyor musunuz gibi sizi çileden çıkartacak bir soru silsilesi yanıtlamanız gerekiyor. Ve benim mantığımın almadığı kısım ise vize almaya çalışan biri bunlardan birini yapacak olsa bile evet mi diyecek ki sen sorup duruyorsun???
Neyse biz görüşmeye giderken hepimizin elinde kalın kalın evrak dosyaları vardı ve baya sıkı hazırlanmıştık sorabilecekleri sorulara. Bu konudaki destekçim de. Ekşi Sözlük'tü pek tabii ki :) Biz 4 kişi aile olarak görüşmeye gittik ve adam cidden soracak soru mu bulamadı yoksa ben 4 kişiyle uğraşmayım mı dedi bilmiyorum ama bana adımı, eşime de çalıştığı yeri sordu o kadar. sonra da vizeniz onaylandı diyerek bizi "ama ama biz çok çalışmıştık, soru yok mu" yüz ifadelerimiz ile yollayıverdi :) Cidden 4’ümüze de 10’ar yıllık B1/B2 (turist) vizesi vermiş.


* Kalacak yer konusunda ise 4 kişi olduğumuz ve 2 ayrı oda ihtiyacımız olduğundan ev kiralamayı uygun bulduk. Manhattan'ın içinde kalınabilir nitelikteki oteller bize oldukça pahalı geldi.  Biz de daha önce gidenlerin tavsiyeleri ile airbnb sitesinden Astoria tarafında bir ev kiraladık. Bu sitede dünyanın hemen hemen her yerinden kısa süreli ev kiralayabilir hatta kendi evinizi de kiraya verebilirsiniz. Bizim evimiz 2 odalı, metroya 50 metre uzaklıkta ve  Manhattan'a 15 dakika mesafede idi. Tamam benim titizlik anlayışıma göre çok temiz sayılmazdı ama zaten sabah çıkıp akşam girdiğimizi ve otelin neredeyse 1/5'i fiyata kiraladığımızı düşünürsek yine gitsem yine orada kalırım diyebilirim. 

* New York harika bir yer ki bu başka bir yazının konusu ama nereye gideceğinizi, nereleri görmeniz gerektiğini bilmeniz lazım. Biz 2 hafta gibi uzun sayılabilecek bir süreyi sadece New York'a ayırdığımızdan ve benim planlı-programlı olma hastalığım sonucu oldukça detaylı araştırmalarım neticesinde notlar alındı, bloglar ve gezi siteleri tarandı ve neredeyse günlük gezme planları yapıldı. Burada bahsedeceğim siz de benim gibi manyak olun neredeyse saatlik plan çıkartın filan değil zaten isteseniz de uyulmuyor o planlara. Gezmek istediğim birkaç yere gidememişken, gezmeyi düşünmediğim başka yerler gördüm. Benim diyeceğim belli başlı görmek istediğiniz yerleri belirleyin ve biletlerinizi alın. Biz gideceğimiz yerleri belirledikten sonra citypass aldık. Bu biletler grubu ile bazı yerlere sıra beklemeden ve biletleri toplu aldığınız için daha ucuza girme şansı elde etmiş oluyorsunuz. Buna benzer bir de NewYorkPass var ve aslında çok daha fazla yere girme hakkı ve ekstra bir takım aktiviteler de sunuyor ama hem daha pahalı, hem de sunduklarının bir kısmı ile cidden ilgilenmiyor ya da ilgilenemiyor oluyorsunuz. Çünkü biletleri kullanmaya başladıktan 7 gün sonra aktifliği bitiyor ve zaten hepsini yapmaya zaman kalmayacaktır. Citypass ise 9 günlük bir süre sunuyor size ilk bileti kullandığınız andan itibaren. Bizi biraz da bu cezbetmişti. Ama elbette herkes kendisi için hangisinin daha uygun olduğuna kendisi karar verecektir.

* Son olarak eğer Amerika'da alışveriş yapmayı düşünüyorsanız ki evet düşünmelisiniz (bu da bir başka post konusu olsun) lütfen ufak bir valize hatta mümkünse bir sırt çantasına 2 t-shirt ve bir kot atıp yola çıkın. Sonra valizleriniz de dâhil olmak üzere her şeyi oradan alın ve alışveriş çılgınlığının dibine vurun :) Ben hayatımda bir alışverişte bu kadar çok para harcayıp bir o kadar da karlı olduğum bir yer görmedim.

Bunlar Amerika'ya gitmeden önce yapılacaklar. Nereleri gezdim, neyi beğendim, New York için ufak tüyolar, alışveriş gibi konuları da daha sonra yazayım. Zaten yeterince uzun bir yazı olmuşken okuyucuyu daha da fazla baymayım. Yoksa malum orası New York Amerika, anlat anlat bitmez :)

Hamiş: Hayır hiç de Amerikan sevdalısı filan değilim ama evet bu yeni dünyayı hep merak etmiştim ve gittiğime hiç de pişman değilim. Yine fırsat yaratıp yine gideceğime de emin olabilirsiniz. Evrene olumlu mesaj veriyorum ben Amerika'ya gezmeye gideceğiiiiiiiimmmm :)

Tanış Olalım

Merhaba,

Hayatımda zor bir dönemden geçiyorum. Kendi iç muhabesebemi yapmaya, belki de bu hayatta vereceğim en önemli kararlardan birini vermeye çalışıyorum. Son zamanlarda bir gün iyiyim bir gün kötü. Hatta bazen saatlerim bile birbirini tutmuyor. Yok ama öyle depresif bir insan değilimdir. Elbette enini boyunu düşünürüm olayların ama herşey de olacağına varır. Yani öyle sizi bugün şöyle kötüyüm bugün böyle canım sıkkın diye baymaya filan niyetli değilim. Ben bu bloğu kendimi oyalamak, içimdeki fırtınalı düşünce denizinden biraz olsun başımı kaldırıp farklı birşeylerle ilgilenmek için açtım.
Bundan sonrasında okuyan da sağolsun, okumayan da :)