1 Temmuz 2014 Salı

Mantarlı Bulgur Pilavı

Birkaç aydır pirinç ve normal makarna tüketmiyoruz. Makarnadan vaz geçemediğimiz için tam buğday alıp, sağlıklı ev yapımı soslarla tüketiyoruz. Pilav hasretimiz de bulgur pilavı seçeneği ile çözülüyor. Bulgur sağlıklı bir karbonhidrat seçeneği olarak diyetlerinizde de ölçülü olmak kaydıyla rahatlıkla tüketebileceğiniz bir bakliyat. Ben bulgur pilavını sade de sevmekle birlikte genelde çeşnili pişiririm. Bugün de sizlere her ne kadar fotoğrafını çekmeyi unutmuş olsam da annemler ve eşim tarafından çok beğenilmiş olan mantarlı bulgur pilavımın tarifini vermek istiyorum.

Malzemeler: (4 kişi için)

· 2 su bardağı bulgur
· 1 adet büyük boy soğan
· 2 diş sarımsak
· 2 köy biberi
· 1 havuç
· 2 büyük domates
· 1 tatlı kaşığı acı biber salçası
· 10-12 adet mantar
· Tuz-karabiber-pul biber ve nane

Yapılışı:

Yemeklik doğranmış soğanı ve ezilmiş sarımsağı biraz zeytinyağında kavurun. Üzerine doğranmış biberleri ekleyip kavurmaya devam edin. Havucu rendeleyip biberlerin arkasından tencereye atıp onları da biraz çevirdikten sonra sırasıyla salça, ve küp küp doğanmış mantarlar da tencereye ekleyin. Mantarlar hafif suyunu salıp çekince önceden rendelediğiniz domatesleri de biraz pişirin. Bulguru da ekleyip 5 dakika kavurduktan sonra 3 su bardağı sıcak suyu (varsa 1 bardağı et suyu olabilir) ekleyip tuzunu ve baharatını atın. Önce harlı ateşte, göz göz olduktan sonra ise çok kısık ateşte suyunu çekene kadar pişirip, 10 dakika da demlenmeye bırakırsanız tam kıvamında olacaktır.

Bulgur normalde 1’e 2 oranında su çekmesine rağmen domates ve mantar da suyunu bıraktığından 1’e 1,5 oran pişmesi için yetti (Reis marka bulgur kullandım) ancak bu durum bulgurun türüne göre değişiklik gösterebilir. İhtiyaç halinde sonradan su eklemekte bir sakınca olduğunu sanmam.

Afiyetle kalın :)


29 Haziran 2014 Pazar

Meyveli Kup

Sağlıklı yaşam projemiz kapsamında çarşamba akşamları yürüyüş günümüz. Ağır spor yapmadığımız için eve gelir gelmez hafif bir şeyler yiyor ve sonra 4-5 km kadar yürüyoruz. İşte bu akşamlar için pratik ve hafif tarifler geliştirmeye çalışıyorum. Hem görsel olarak gözümüz hem de sağlıklı bir şekilde karnımız doysun istiyorum. İşte bu da geçen çarşambanın ürünü. Üstelik bu tarifi tatlı olarak misafirlerinize bile ikram edebilirsiniz çünkü çok şık bir sunumu var. Ayrıca çocuklar için de sağlıklı bir atıştırmalık olacaktır. Sizin için de tatlı krizini bastırmanın vicdan azapsız bir yolu :)

Malzemeler:

· 1 adet şeftali
· 8-10 adet çilek
· 4 yemek kaşığı yoğurt
· 1 tatlı kaşığı bal
· 1 çay bardağı dövülmüş ceviz
· 2 yemek kaşığı yulaf
· 3-4 adet yulaflı ya da kendi tercih edeceğiniz bisküvi
· Tarçın
· İsteye göre yer fıstığı ezmesi

Yapılışı:

Kup ya da büyükçe bir bardağın en altına bir kâsede iyice çırptığınız yoğurt ve balı koyun. Bisküvi, yulaf, ceviz ve tarçını rondoda biraz çevirin ama toz haline getirmeyin, parçalar birazcık dişe gelirse yemesi daha keyifli oluyor. Fıstık ezmesi koyacaksanız onu da bu aşamada ekleyebilirsiniz. Yoğurdun üstüne bu karışımı ekleyin. En üste de küçük küçük doğradığınız şeftali ve çilekleri koyunca yemeye hazırsınız :)












Ben süslemek için bisküvi-ceviz karışımından bir parça da meyvelerin üzerine gezdirdim. Hindistan cevizi ya da damla çikolata da kullanılabilir. Ayrıca çocukluğumdan beri vazgeçemediğim rulokatlardan da kenarına iliştiriverdim ama tabi ki sağlıksız olan bu seçeneği koymasak çok daha iyi. Ayrıca meyveleri de keyfinize ve mevsime göre değiştirebilirsiniz. Ben evde olanları kullanıverdim çok da lezzetli oldu. Dilerim sizler de beğenirsiniz.

Afiyet olsun :))



26 Haziran 2014 Perşembe

Evde Protein Bar Yapımı

Dünkü yazımda bahsettiğim gibi kendi söylediklerimi yutup eve protein tozunu almış bulunuyoruz. Kas kaybetmemek için doğru beslenme planını araştırdığımda spor öncesi ve sonrası neyi nasıl tüketmem gerektiği ile ilgili baya bir bilgi edindim. Hangi spor öncesi ne yemeli, ne zaman ve ne kadar tüketmeli sorularının yanıtlarını deneyimlerimle de birleştirerek zaman içinde yazıyor olacağım. Ancak eşim bir ara spor öncesi protein barlarından tüketirdi ve sürekli tüketmek için de biraz pahalı olduklarını söylerdi. Hal böyle olunca onun arkadaşları ile dışarıda olduğu bir akşam ona sürpriz yapmak için protein barı yapmaya karar verdim. İlk deneyim için basit-pişmesi gerekmeyen birkaç tarif bulup her zamanki gibi kendi karımca-kararımca bir formül uyguladım. Sonuç çok başarılı olup, eşim tarafından da beğenilince belki aranızda tüketenler vardır diye paylaşmak istedim. Bu şekilde hem çok daha ucuz oluyor hem de en azından katkı maddesi barındırmamış oluyor barınız.

Elbette proteini doğal yollardan alabiliyorsanız bu en sağlıklı seçenek olur ancak yeterince protein tüketemiyorsanız protein tozunun on yıllardır sporcular tarafından sıklıkla kullanıldığını unutmayınız.

Malzemeler

· 2,5 sb.yulaf ezmesi
· 3 ölçek kakaolu protein tozu
· ½ çay bardağı süt (light)
· 1 yemek kaşığı fıstık ezmesi
· 1 yemek kaşığı kakao
· 1 tatlı kaşığı tarçın
· 1 avuç ceviz ya da badem

Yapılışı

Ben badem ve yulaf ezmesini rondodan geçirdim ama biraz parçalı olacak şekilde bıraktım. Toz haline gelirse kıvamını tutturmak zor olabilir.

Üzerine protein tozu, tarçın ve kakaoyu da ekleyerek homojen hale getirip süt ve fıstık ezmesini de ekleyip ellerimle güzelce yoğurdum.






Tepsiye yağlı kağıt serip bulamacı üzerine yaydım ve başka bir yağlı kağıt ile üstünü kapattıktan sonra merdane ile üstünü düzleştirdim. Kenarlarını da düzelttikten sonra buzluğa atıp 2 saat dondurdum. 2 saat sonra bıçakla keserek her biri küçük gofret büyüklüğünde 10 protein barım hazırdı. Alüminyum folyo ile her birini ayrı ayrı sararak dolapta saklıyorum. Biz her spor öncesi bir barı bölüşüyoruz eşimle. Bize yeterli geliyor ancak siz beslenme düzeninize, ihtiyacınıza ve yapacağınız spora göre bütün barı da tüketebilirsiniz.




Sağlıklı günler dilerim :)

25 Haziran 2014 Çarşamba

Light vs.Whole

Sigarayı bırakınca zayıf olmamın da avantajını kullanarak normalden fazla yememi hiç kısmadım. İş yerimdeki marketten elim kolum abur-cubur dolu torbalarla çıktım hep. Benim için imkansız olan yarım paket bisküviyi bir defada yerken de hiç vicdan azabı duymadım. Ne de olsa hepsi hayırlı bir sebep içindi. Ancak kilo alımı beklediğimden hızlı oldu ve 1 ay sonunda 4 kilo almıştım. Sigara isteği tamamen baskılanmamış olsa da ilk zamanlardaki sinirlilik halim azalmış, sigara daha az aklıma gelir olmuştu. O noktada aynadaki görüntümün de etkisi ile artık yemeyi durdurmam gerektiğine karar verdim ve sporu artırarak aldığım kiloları da geri verme kararı aldım. Ancak yavaşlamış metabolizmam ile bunun pek de kolay olmayacağını anlayınca beslenme düzenimi de değiştirdim ve hayatımda ilk kez “diyet” yapmaya başladım. Birkaç hafta içinde spor salonunda yapılan ölçümler kilo verdiğimi ama kas kaybettiğimi ve vücudumdaki yağ oranının artığını gösteriyordu. Üstelik benimle birlikte diyet yapan eşimde de aynı sonuçları görünce bu işe bir dur dedik.



Çok araştırdım, farklı kaynakları taradım, çeşitli diyetisyenlerin ve sporcuların yorumlarını inceledim ve sonunda aslında kendimin pek de tasvip etmediği bazı beslenme değişikliklerinde karar kıldım. Süt ve yoğurdu doğaldan başka tüketmem diyen ben evi light ürünlerle doldurdum. Eşim daha önceleri protein tozu almak istediğinde şiddetle karşı çıkıp bir de üstüne kayınpederime ve doktoruna şikayet etmiş olan ben ağır antrenmanlardan sonra akşam yemeği niyetine protein shakeleri içmeye başladım. Sonuçları kısa süre içerisinde görmüş olmak ise önyargılarıma rağmen doğru yolda olduğumu gösterdi. Birkaç hafta içinde hem ben hem de eşim verdiğimiz kiloları yağdan verdik ve kas ağırlığımızı da artırdık.


Hala özellikle light ürün tüketiyor olmaktan çok hoşnut değilim ama bunu öğlenleri işyerindeki tam yağlı yoğurttan da yiyerek dengelemeye çalışıyorum. Sizler kilo kontrolü ya da sağlıklı beslenme için light ürün tüketiyor musunuz? Bu ürünler hakkındaki düşünceleriniz nedir? Hem yağ tüketimini azaltmak hem de işlenmemiş doğal besinlerle beslenmek mümkün değil mi?

24 Haziran 2014 Salı

İtalya Vizesi

İtalya oldum olası merak ettiğim, gitmeye can attığım masal ülkesidir benim için. Küçükken Avrupa’da bir çok yeri görmüş olmama rağmen İtalya’ya hiç gitmemiştim. Geçen aylarda Türk Hava Yolları Wingo ile 99€’ya Pisa’ya bilet bulduk. Eşim ve ailemin de dâhil olduğu bir Toscana gezisi organizasyonu yapmak, ve biletleri almak benim 2 saatçiğimi aldı :) Floransa ve Toskana kitapları alınıp eve depolandı, bloglar okudun, gerekli notlar alındı ve airbnb’den Floransa’da ev kiralandı. Bizim varış durağımız Pisa ama Floransa’da konaklayacağız. Oradan günübirlik San Gimignano ve Siena’ya da gideceğiz. Pisa’yı ise indiğimiz gün eşyaları emanete bırakıp ayağımızın tozu ile gezmek niyetindeyiz :)

Neyse bunları gezdikçe detaylıca yazarım zaten. Nerelere gittik, neler gördük, ne yedik-ne içtik hepsi birer post konusu.

Biz gelelim işin traji-komik kısmına. Malum eşim de ben de devlet memuru çocukları olup yeşil pasaportlarla büyümüş olsak da artık birer özel sektör çalışanı olarak yurt dışına gidebilmek için bordo pasaportlarımızı vizelerle doldurmak durumundayız. Hele bir de schengen bölgesine gideceksen vize ayrı sıkıntı. Bölgedeki bazı ülkeler neredeyse giriş-çıkış saatine göre vize veriyor ve Allah vermesin uçağı kaçırsan bir sürü sıkıntı çıkarıyor. Bir de benim ilk schengenim olacağı için sıkı bir evrak hazırlığı yaptım. Eşimle birlikte izin alıp sabahın köründe İtalya vizesi için aracılık yapan İDATA şirketine doğru yola çıktık. Tam binanın önünde ben ne fark ettim? Bütün evraklarımı evde unuttuğumu. Hayır, şaka değil. Vize başvurusuna elimde pasaport bile olmadan gitmeyi tercih etmişim. Bütün sinirlerim alt-üst oldu, kendime söylene söylene bu iş bugün bitecek dedim ve atladık bir taksiye eve dönüp evrakları alıp yeniden İDATA’ya gittik. Tabi geç gittiğimiz için 1,5 saat sıra bekledik ve yarım günümüz heba oldu :( Buradan alınacak dersler şöyle:

1. Vize görüşmesine giderken evraklarınızı unutmayın!

2. İDATA randevu ile çalışmadığı için sabahın köründe kapısında olun.

Neyse yine de işlerimizi hallettik, konsolosluktan görüşmeye de çağrılmadan vizelerimiz onaylandı. Ancak pasaportları teslim aldık ki bir de ne görelim. Eşimin pasaportuna vize başlangıç tarihini bizim dönüş tarihimiz olarak basmışlar. Kontrol etmesek, ki eşim etmemişti ben fark ettim Pisa havaalanında kapıda kalacak adam. Haydi, bir de onu düzelttirmeye uğraştık ama neyse ki bu cumartesi itibari ile her iki pasaport da vizeleri doğru şekilde elimizde. Şimdi bize son hazırlıkları yapıp gitmek kalıyor.

Toskana bölgesi ve özellikle Floransa ile ilgili bana verebileceğiniz tüyoları duymak için sabırsızlanıyorum. Nerelere gitmeli, nerede mutlaka yemek yemeli eğer deneyimleriniz varsa paylaşmanız beni çok mutlu eder .

Sevgiyle kalın ;)










23 Haziran 2014 Pazartesi

Yeniden Merhaba

Uzun zamandır uzaklardayım. İstanbul’dan değil ama blogumdan, kendimden, her şeyden biraz uzaklaştım. Ülkenin hali belli. Sıkıntılar almış başını yürümüş. Cidden artık bu konuda konuşmak bile istemiyorum. İşyeri deseniz onun hali de içler acısı. Müdürümle olan bütün sıkıntılarıma rağmen, çalışmalarımdan memnun olan birim müdürü benim yer değişikliği talebimi kabul etmiyor. Odasında gözyaşlarımı tutamamış olmam bile fayda etmiyor. En yakın arkadaşım dediğim kişinin arkadaşlık anlayışını sorgulamaya başladım. Ya onun ya da benim bakış açımızda bir terslik var ki artık eskisi gibi yakın hissedemiyorum kendimi ona.

Sigarayı bırakabildim çok şükür. 4 aydan fazladır içmiyorum ve artık yendiğimi, sigara içmeyen bir insan olduğumu biliyorum. Bırakırken 3-4 kilo aldım ancak nikotinsizliğe alıştıktan sonra yaptığım diyet ve sporla o kiloları da verebildim. Şimdi o kiloyu koruyabilmek için metabolizmamı hızlandırma, yağ yakma ve kas kazanma çalışmalarım devam ediyor. İlk zamanlar spor ve beslenme konusunda tamamen yanlış yaptıklarımı düzelttim ve o konuda da yol almaya başladım son 1 ay içinde.

Bir de şimdilik en büyük mutluluk ve heyecan kaynağım Temmuz’da yapacağımız İtalya seyahati.

İşte ortalıklarda olmadığım zaman zarfının kısa özeti yukarıda :) hepsi ile ilgili uzun uzun yazasım var elbette. Yavaş yavaş geri döneceğim demektir bu da :)

O zaman hepinize kocaman bir merhaba :)



30 Nisan 2014 Çarşamba

Elif Şafak - Ustam ve Ben

Elif Şafak’ı çok mu seviyorum nefret mi ediyorum bilemiyorum. Çok ince bir çizginin bir sağına bir soluna geçip duruyor duygularım. Bazen diyorum ki yaratıcı, hayal gücü geniş, iyi kurgular yapıyor. Kimselerin tarzına benzemeyen özgünlüğünü seviyorum, beğenerek okuyorum, daha ne beklentim var ki bir yazardan? Bazen de diyorum ki özel hayatında yaptığı tercihleri ile ülkesini bu denli kötülemesi ile ne yazsa da okunmayarak cezalandırılmalı bu kadın. Bir dönem twitterdan takip ederdim kendisini. Malum eserleri İngilizce yazıldığı ve onlarca dile çevrildiği için takipçilerinin arasında hatırı sayılır ölçüde yabancı kişi var. Hemen hemen her gün Türkiye ile ilgili kötü bazı olayları, haberleri vs. İngilizce olarak da yazar, hep kötü yorumlarda bulunurdu. Türkçesini okuduğumda haklı bulduğum ancak İngilizce yazılmasından rahatsız olduğum konular bunlar. Ben ülkemi beğenmeyebilirim, eleştirebilirim, yanlışının düzeltilmesi için elimden ve dilimden geleni ardıma koymayabilirim ama kol kırılır yen içinde kalırcıyım. Elin adamına ne arkadaş senin ülkendeki yanlışlardan. Sen ki bunca insan tarafından takip edilen bir yazarsın, senin hep olumsuz yorumlarını okuyan insanlar sadece geri kalmış, cahil, bağnaz bir 3. Dünya ülkesi olduğumuzu düşünürler. Bir kere de bir sanat festivalinden bahset, bir kere de iyi bir şey söyle. Valla turist savar kadın ya :) Sonunda dayanamayıp takibi bıraktım zaten. Ama kitaplarını hala bırakamadım. Dediğim gibi hem kızıyorum hem okuyorum kendisini. Bu sefer de son kitabı Ustam ve Ben’i bitirdim ve hemen size de anlatayım dedim.



Kitap daha piyasaya çıkmadan intihalle suçlandı. Sonra bazı gerçeklik/inandırıcılık eleştirilerine maruz kaldı. Hatta şiddetle okumanızı tavsiye edeceğim bir eleştiri de mimari alanından geldi. Eleştiri yazısı için tık tık

Böyle eleştirilerle karşılaşınca daha bir merak uyandırıyor kitap. Bazen reklam için bilerek mi yaratılıyor bu kadar çatışma diye bile düşünüyorum :)

Kitaba kuş bakışı bakacak olursak, hikaye şöyle.; annesi ölünce nefret ettiği üvey babası ve ablalarını geride bırakarak bir gemide çalışmaya başlayan Cihan’ın kaderi, aynı gemide seyahat eden Çota isimli fil ile değişir. Geminin kaptanı Delibozuk Reis, öldürülen filbazın yerine Cihan’ın geçmesini sağlar ve karşılığında saraydan kendisine hırsızlık etmesini ister. Böylece saraya giren Cihan, hem filbazlık yapmaya başlar hem de Mimar Sinan’ın 4 çırağından biri olmayı başararak onun yaşamına ve eserlerinin yapımına da eşlik eder. Mihrimah Sultan’a âşık olan ve bu aşkı bir ömür boyu kalbinde taşıyan Cihan, yaşadığı sürece 3 padişah dönemine tanıklık ediyor; Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat.

Romanda ne sarayı anlatıyor Şafak ne de Mimar Sinan’ın hikâyesini. Her şeyden bir tutam konulmuş kitaba. Biraz aşk, biraz ihanet, biraz entrika, kardeş katliamı, eşcinsel ilişki, umut, hüzün, yıkım, hüsran, ezilmişlik, dışlanmışlık ve daha nicesi. Ama en çok o dönemin İstanbul hayatı var bence. Zengini, fakiri, sahafı, elçisi, Romen’i, sultanı, içoğlanı, dadısı ile İstanbul’u yaşadım ben. Karakter açısından da alışkın olduğumuzdan fazla kişi var romanda ama kafa karıştırıcı bir etki yaratmıyor aksine hepsinin hikâyesini keyifle takip ediyorsunuz.

Üstüne çok yazılıp çizilen bu eser için benim anlatacaklarım bu kadar. Okumamış olanlar vardır diye daha detaylı değinmeye çekiniyorum. Siz de okudunuzsa nasıl bulduğunuzu söyler misiniz? Ya da Elif Şafak hakkında ne düşünüyorsunuz, bilmek isterim doğrusu.

Sevgiyle kalın :)

21 Mart 2014 Cuma

Twitter Blocked In Turkey

Aşağıdaki yazı Blogcu Anne 'nin sayfasından alınmıştır. Bir anne hatta anne adayı olmamama rağmen gerek sosyal gündem gerekse çocuklarla ilgili paylaşımlarını beğenerek takip ettiğim bu blogerla birçok görüşüm de paralellik göstermektedir. 
Blogumda büyük bir inatla siyasi ya da politik paylaşımlarda bulunmamaya azami özen göstermeme rağmen ne yazık ki ülkemiz koşullarında sessiz kalmak çok zor. 
Gezi ile ilgili ufak bir post dışında paylaşım yapmadım, 17 Aralık'ta sustum, Berkin'i kaybettiğimizde ses etmedim. Bunlar demek değil ki ben evimde ya da işimde ve hatta twitter ya da facebook'da da susuyorum. Tam aksine bütün kinimi, bütün hırsımı sosyal medyada veya arkadaşlarımın yanında bazen de evet sokaklarda dile getirdim bunca zamandır. Sadece bloguma bunu bulaştırmak istememiştim. Bu mecra benim sığınağım olsun, öyle kalsın, mutlu olayım buraya yazarken, huzur bulayım istemiştim.
Ne mümkün, bu ülkede susabilmek ne mümkün!!! 
Evet, ben bir anne değilim ama yeğenlerim var, arkadaşlarımın çocukları var, ileride bir gün kendi sahip olabileceğim çocuklar var. Onların bizden daha iyi şartlarda, özgürlük hakları ellerinden alınmamış, bir söylerken bin düşünmeleri gerekmeyen bir ülkede yaşamalarını sağlamak ne yazık ki gün geçtikçe zorlaşıyor.  
Söylediklerimizle, fikirlerimizle yargılanmaya, aklımızdan geçenleri dile getirirken çekinmeye başlamışsak, düşüncelerimizi seslendirdiğimiz sosyal meyda araçları bile kapatılacak hale geldiyse bunun sonu nereye gider varın siz düşünün... Bu nasıl bir güç savaşıdır, nasıl bir iktidar tutkusu ve nasıl bir kelle korkusudur varın siz düşünün!!!
Sevgili Elif'in aşağıdaki paylaşımının altına imzamı atarım...
#TwitterBlockedinTurkey
T.C. Anayasası
VIII. DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİ
Madde 26
Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma haklarına sahiptir.
Dün gece yarısı ülkemizde anayasa ihlal edilmiştir. Uluslar arası bir sosyal paylaşım ağı olan Twitter’a erişim farklı mahkeme kararları ile engellenmiş, halkın kendisini ifade etme ve haber alma özgürlüğü kısıtlanmıştır.
T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan dün Bursa’da düzenlediği seçim mitinginde “Twitter mwitter, hepsinin kökünü kazıyacağız Uluslararası camia şöyle der, böyle der hiç umurumda değil. Herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü görecek.” dedikten ve Başbakanlık Basın Müşavirliği’nin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bazı linklerin kaldırılmasına ilişkin mahkemelerden çıkarmış oldukları kararların uygulanması konusunda Twitter yetkililerinin duyarsız kaldıkları bir süreç söz konusudur. Mahkeme kararlarını umursamama, hukukun gereğini yerine getirmeme biçimindeki bu tutumda bir değişiklik gözlenmemesi halinde, vatandaşlarımızın mağduriyetini gidermek için teknik olarak, Twitter’e erişimin engellenmesinden başka çare kalmayabileceği belirtilmektedir” açıklamasından sadece bir kaç saat sonra gece yarısı Twitter’a Türkiye’den erişim yasaklanmıştır. Internet servis sağlayıcılarına ulaşan mahkeme kararları ile Twitter’a ülke sınırları içinden erişim kapatılmış, mobil cihazlarda kullanılan 3G erişimi de aynı şekilde engellenmiştir.
Yasakların ve sansürün bir çözüm olmadığını, sosyal medyanın susturulamayacağını, özgürlüklerin sansür yoluyla kısıtlanamayacağını herkesin görmesi, bilmesi gerekir. Bunu dün gece Twitter yasaklandıktan kısa bir süre sonra DNS ayarlarında değişiklik yaparak veya VPN, Hotspot Shield gibi bazı programlar üzerinden mecraya giren milyonlarca Türk kullanıcısı da göstermiştir.
Sayıları 12 milyona yaklaşan Türkiyeli Twitter kullanıcıları #TwitterBlockedinTurkey etiketiyle konuyu bir saat içinde Twitter’da dünya çapında en çok konuşulan etikete taşımış,farklı etiketlerle gece boyunca TT listesinde kalarak, dünya kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Yasaklamadan sonraki ilk 4 saat içinde 2,5 milyondan fazla Türkçe tweet gönderildiği hesaplanmaktadır. Şu anda dünya basını Türkiye’deki Twitter yasağını öncelikli haber olarak vermekte, bunun özgürlükleri baltalama yönünde bir girişim olduğunu söylemektedir.
Biz, ülkemizin geleceğini oluşturacak çocukları yetiştiren anne babalar olarak Gezi Parkı direnişi ile tırmanan ve 17 Aralık süreciyle hızlanan şiddet ve sansür uygulamalarını esefle izlemekteyiz. Türkiye’nin gerçek demokrasiden gün be gün uzaklaşmasından, meclisinden medyasına, emniyet güçlerinden yargısına kadar her türlü sistemin çivisinin çıkmış olmasından derin bir endişe duymaktayız.
Dün geceki yasak kararıyla Türkiye dünya üzerinde Twitter’a erişimin engellendiği Çin dışındaki tek ülke olmuştur. Bunun utancı ve ayıbı bu yasağı getirmeye cesaret edenlere ait olmakla birlikte, ağırlığını omuzlarımızda taşımaktayız.
Bu ülkenin gelecek nesillerinin özgür bireyler olarak büyümesini en çok isteyen ve bunun için emek veren anne babalar olarak hükümetin son aylarda giderek artan baskıcı tavırlarını kabul etmiyor ve bu sansürü şiddetle kınıyoruz.
Herkesi gerek internet üzerinden, gerekse etrafımıza bu durumu anlatarak konuyu protesto etmeye ve nihai olarak da 30 Mart 2014 Pazar günü yapılacak olan yerel seçimlerde vatandaşlık hak ve sorumluluğu olan oy kullanma görevini mutlaka yerine getirmeye davet ediyoruz.
Blogger Anne ve Babalar

20 Mart 2014 Perşembe

Her Doğal İyi Değildir - Garnier Olia Saç Boyası

Yaklaşık 5-6 aydır saçımı evde kendim boyuyorum. En yakın arkadaşım senelerdir evde boyadığından bu işe ilk onunla cesaret ettim. Hangi boyayı, hangi numarayı kullandığını sordum ve saç renklerimiz çok benzediği için de gereksiz deneyimlerden uzak durup onun rengini aldım. Sonra ilk denemeyi de beraber yaptık. Daha doğrusu o boyadı ben de kuzu kuzu önünde oturdum :)



Daha sonra ki bir kaç denemede yine aynı boyayı bu sefer kendim uygulamaya başladım. Önleri ve görebildiğim yerleri gazyet güzel yapmama rağmen her seferinde arkalarda göremediğim (aslında fön çeken kuaför dışında kimsenin göremediği) yerleri boyamayı atladığım oldu. Bu sıkıntıyı da eşimin yardımı ile atlatmaya başladım :) artık göremediğim kısımları ona boyatıyorum :) Saolsun önce hayatta bulaşmaz bu işe diye düşündüğüm kocam gayet de ince ince çalıştı saçlarımın arkası için valla :) Öyle ki bir ara canım tamam biraz daha seri yapabilirsin o kadar uğraşmaya gerek yok dedim :) Bütün bayanlara tavsiyemdir kendiniz iyi boyayamıyorsanız bir erkekten yardım almaya hiç de çekinmeyin :)

Sonra bir gün Garnier'in Olia serisini duydum. %60'ı doğal çiçek yağlarından oluşan, amonyaksız saç boyası. Meraklıyım ya doğal şeylere dedim tamam bunu benim için yapmışlar. Gittim Gratis'e bana hiç de yardımcı olmayan satış elemanının eşliğinde kendime uygun olduğunu düşündüğüm bir renk alıp geldim.


Sürerken gerçekten saçınızda yanma, kaşınma olmuyor. Ayrıca o kötü boya kokusu da yok. Aksine çok hafif bir çiçek kokusu geliyor burnunuza. Bana fırça usulü sürülmesi biraz zor geldi. Koleston şişeden sıkıldığı için daha kolay uygulama sağlıyor.
Yıkayıp çıkınca bir de baktım ki dipler BAKIR.. ama ben çikolata almıştım, kahve olacaktı saçlarım nasıl yani derken daha dikkatli bakınca beyazlarımın sarımtrak bir renk aldığını sanki tam kapanmadığını gördüm. Acaba ben mi bir yerlerde hata yaptım diye düşünüyorum ama resmen saçımda 2 farklı renk oluşturacak ve beyazlarımı kapatamayacak kadar da beceriksiz olduğumu düşünmüyorum. Üstelik hala acemi sayılsam da tek renk tutturduğum ve beyazlarımı kapatabildiğim örneklerim mevcut üstelik kaç tane. Neyse ki, çok çabuk aktı da alttan kendi rengim çıktı ve o bakırlıklar yok oldu. (Boyaya çabuk aktığı için neyse ki demek de varmış bu hayatta)
Evet, saçlarım yıpranmadı ama bahsettikleri gibi özellikle bakımlı filan da olmadı.

Anlayacağınız her doğal iyi değilmiş diye karar verdim ve geçen gün yeniden bol amonyaklı Koleston 7.3'üme geri döndüm :) Haftasonu boyayım da şu garip renklerden kurtulayım bari. Siz de denerseniz bu Olia'ya sorun bende mi yoksa onlarda mı haber edin e mi :)

19 Mart 2014 Çarşamba

Ne Okuyorum

Bugün size yine üçleme olmasa da ardı ardına okunabilecek bir kitap dizisinden bahsedeceğim.



Taa geçen sene Amerika'ya gitmeden önce yolda okumak için almış ama annem ayyy sakın okuma, iğrenç bir kitap dediği için korkup bir köşeye atmıştım Ayşe Kulin'in Gizli Anların Yolcusu'nu.
Geçenlerde anneme neden iğrenç diye sorunca aslında okumamamı gerektirecek bir şey olmadığını anlamış ve kendisini arkasından devamı niteliğindeki Bora'nın Kitabı ve Dönüş'ü de okumuş, bitirmiş bulunuyorum.
Detaylandırmadan genel bir özet vermek istiyorum. Kitabın ana kahramanların İlhami ve eşi Eda genç yaşta bir evlat kaybederler ve bunun acısını üstlerinden kolayca atamazlar. Hatta bu matem süreçlerinde büyük çocukları Derya'yı önce aile büyüklerinin yanında sonra da İngiltere'de okuturlar. İlhami her ne kadar hayata hayata devam etmeye çalışsa da Eda evladının ölümünden sonra büyük bir depresyon süreci yavaş ve ilaçlarla ayakta durur. Bu dramatik ailenin en ihtiyacı olmayan şey ise karmaşık bir aşk üçgeni gibi gözükse de malesef hayatlarını darma duma edecek aşk alevi ailenin bazı bireyleri için çoktan alev almıştır bile...
Kitap, toplumsal önyargılarımızı irdelemeye çalışmış, alışılagelmemiş, halen yadırganan hatta benim annemin de bu nedenle "iğrenç" diye tanımladığı ilişkileri işlenmiş. Yasak bir aşkın hikayesi var bu kitapta. Altı çok iyi doldurulmuş, boşluk bırakılmadan karakterler çok ince işlenmiş.
Şimdi daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum ama dışarıdan baktığımda bana garip gelmeyen, eleştirmediğim bu tercihler acaba benimde çok yakınımım birinde olsa ne yapardım  onu kestiremiyor, bilmediğim bir konuda da atıp tutmak istemiyorum.



Gizli Anların Yolcusu'ndan sonra kitabın kahramanlarından Bora'nın tarafından olaylara bakan ve Bora'nın çocukluğunu, gençliğini, kendi içinde yaşadığı gel-gitleri ve onun varoluş mücadelesini anlatan Bora'nın Kitabı okunabilir. Ben bunu ve Dönüş'ü dr.com.tr'den aldım. İnternetten alınca %20 ya da 25 daha indirimli alıyorsunuz kitapları ve 50 TL üstüne kargo ücreti de almıyorlar. Ancak söylemeden geçemeyeceğim ki Bora'nın Kitabı kapağında bir yırtıkla ulaştı elime. d&r'la twitter üzerinden iletişim kurup da iade alacaklarını söyledikleri noktaya gelene kadar ben çoktan kitabı okumaya başlamış olduğumdan artık geri de yollamak istedim ama aklınızda bulunsun internetten aldığınız kitapta sorun çıkarsa iade ya da değişim seçeneği sunuyorlar.
Bora'nın kitabı beni biraz sıktı. İçim dışım Bora oldu :) Ayrıca sanki bazı olaylarda diğer kitapla çelişen yerler yakaladım. Devam kitabı olarak değil de tamamen ayrı bir kitap olarak da okunabilir bence. Bu sefer hayatımıza bir de Recep ekleniyor eski karaketlere ek olarak. Doğu'nun kadınlara ve erkeklere davranış biçimi, dayaklar-yasaklar, çaresizlikler içinde iki çocuğun büyüme serüveni var bu kitapta. Cinselliği, farklılığı, farklı doğmanın getirdiği içsel esareti işlemiş Kulin bu kitapta. Dediğim gibi illa devam kitabı değil de ayrı da okunabilir hatta üst üste okunmazsa tahminen daha keyifli bir kitap olacaktır.



Dönüş ise bütün yaşananlardan sonra Derya ve ailesinin iç hesaplaşmalarını anlatıyor daha çok. Eda, İlhami ve Derya'nın hayatlarındaki sırlar birer birer ortaya dökülüyor, Derya kendini kabullenmesi ve sindirmesi zor gerçeklerin içinde buluyor. Kimi zaman Derya'yı kimi zaman annesini kimi zaman da babasını haklı buldum okurken. Ben çok anneci olmama rağmen bu kitapta daha çok babacı davrandım sanırım. Onu daha çok tuttum, affetsin istedim babasını. Aile bağları güzel işlenmiş kitapta. Ne olursa olsun etin tırnaktan ayrılamayacağını, ayrılmaması gerektiğini bir kez daha idrak ediyorsunuz. Genç bir kızın acılarına, ruhsal çarpıntılarına tanık oluyorsunuz. Ve sonu.... sonunu hiç beklemiyordum ne yalan söyleyeyim.. Gözümden yaşlar düşürdü kitabın sonu..

Sanırım bu üçlüden en çok Dönüş'ü sevdim ben. ama onu ayrı değil de en azından Gizli Anların Yolcusu'ndan sonra okumak olayları daha iyi kavramanıza yardımcı olacaktır. Elbette istenildiği takdirde tek de okunabilir.

İşte benim son günlerde okuduklarım böyle... Sizler neler okuyorsunuz? Elimdeki kitaplar azalıyor, sipariş vermeden önce sizin önerilerinizi de duymak isterim..

21 Şubat 2014 Cuma

Dermokozmetik.com'dan 75 TL Hediye Çeki

Malum yaş dante gibi ömrün yarısına 5 kalınca (yaşını söylememek için kırk takla atıp, okuyucusuna işkence eden blogger) bende hafiften amanın yaşlanıyorum korkuları başladı. Daha önce de bahsetmiştim size. Ben küçükken soranlar büyüyünce çok güzel olacağım derdim hep. Tabi ki öyle çok da güzel olmadım ama hep bakımlı biri oldum. Kullandığım ürün tercihlerimi de hep iyi ve doğal markalardan yana kullanmaya gayret ettim. 
30'uma girince de artık anti-aging etkili ürünleri kullanmak üzere bir araştırma yaptım ve yığınla markanın içinde kendime DDF ürünlerini beğendim. 
Dermatolog kontrolünde akşamları kullandığım özel bir kremim olduğundan (bir ara size anlatmam lazım doktorumu, baya ilginç birisi de kendisi) gündüzleri kullanabileceğim bir serum arayışım vardı ki DDF de sesimi duyup benim için sabahları da kullanılabilen gözenek küçültücü bir serum yapmış. Ürün aynı zamanda kırışıkları azaltmaya ve yüze aydınlık, genç bir görünüm vermeyi de vaat ediyor.
Ayrıca göz kremine tam karar verememiş ve DDF'in iki ürünü arasında kalmış olsam da  SPF 15 içeren yine anti-aging etkili kremi ilgimi çeken iki üründen biri. 
Tam alayım, alayım da nereden alayım derken, bakimblog'da Dermokozmetik.com sitesinin çekilişini gördüm. 
Eğer siz de benim gibi şansınızı denemek isterseniz tık tık.

20 Şubat 2014 Perşembe

Ne Okuyorum

Hani üzüm üzüme baka baka kararır demiştim ya. Hani orada Hunger Games izleyince hemen kitaplarını sipariş ettim de demiştim. İşte ilk geldiklerinde elimde başka kitap olduğu için biraz bekletmem gerekti ama Ocak 15-20 gibi başladığım seriyi Şubat'ın 8'i gibi bitirmiştim. Üç kitabını da hem de :) İşte o nedenle blogda da yorumlamam gerekli diye düşündüm.

Orijinal adı Hunger Games olan kitap aslında bir üçleme. Suzanne Collins tarafından 2008 yılında yazılmış bir gençlik romanı. Ancak sadece gençleri değil büyük küçük herkesi etkisi altına alıyor ve 2012 yılında filmi de vizyona giriyor. Şu ana kadar ilk iki kitap olan Açlık Oyunları (Hunger Games - imdb puanı 7,3) ve Ateşi Yakalamak (Catching Fire - imdb puanı 8.0) sinemada oynamıştır. Üçüncü kitap olan Alaycı Kuş ise (Mockingjay) iki film olarak sinemaya uyarlanacaktır ve bu kitabın ilk filmi 21 Kasım 2014'te Türkiye'de vizyona girecektir ki ben de kendisini heyecanla beklemekteyim.

Seriden spoiler vermeden bahsetmem gerekirse hikeye, uzak ve bilinmeyen bir gelecekte kıyamet sonrasında Kuzey Amerika üzerinde kurulu Panem ülkesinde geçmektedir. Ülke Capitol şehri tarafından yönetilmektedir ve buraya bağlı 12 mıntıka vardır. Capitol inanılmaz rahat ve zengin bir hayat sürerken mıntıkalarda ise sefalet ve fakirlik hüküm sürmektedir. Aslında hikayenin geçtiği zamandan 74 yıl önce 13 mıntıka varmış ama 13. mıntıka isyan etmiş ve kanlı bir şekilde bu isyan bastırılmış. Sonrasında, her yıl bu isyanı anmak amacıyla mıntıkalardan 12-18 yaş arasındaki birer kız ve birer erkek çocuk seçilerek bir arenaya kapatılmaya ve bu 24 çocuk sadece 1 kişi hayatta kalana kadar savaştırılmaya başlanmış. Ve bu savaş bir reality show olarak tüm ülke özellikle de Capitol tarafından takip edilen bir program. Hatta Capitol halkı çocuklar üzerinde bahisler oynamakta ve sponsor oldukları çocuklara arenada iken hayatta kalmalarına yardımcı hediyeler göndermekteler. Oyunlar için çocukların her birine eski galiplerden oluşan akıl hocaları, stilistler, güzellik ekipleri ve refakatçiler tahsis edilmekte ve hepsiyle röportajların yapıldığı TV programları düzenlenmektedir.


Katniss Everdeen ve Peeta Mellark da 74 açlık oyunları için 12. mıntıkadan seçilen çocuklardır. Hikayeyi kitapta Katniss Everdeen'in ağzından okuyorsunuz. Katniss 11 yaşındayken babasını bir maden kazasında kaybetmiştir ve annesi ile kız kardeşi Prim'e bakmaktadır. Okçulukta ustadır ve geçimlerini de zaten avlanmakla sağlamaktadır. Gale adında bir av arkadaşı vardır ve ona çok güvenmektedir. Gale ile aralarında sevgili ilişkisi olmamasına rağmen bir elektriklenme olduğu da gözlerden kaçmamaktadır. Hayatında değer verdiği başka kimse olmayan bu kızın arenadaki hayatta kalma savaşı, zekası, asiliği, karmaşık duyguları ile verdiği mesajlar sadece gençlere değil yetişkinlere de hitap ediyor.

Yazar, bu kitabı yazma fikrinin televizyonda bir kanalda reality showda insanların yarışması bir başka kanalda ise Irak'ın işgal görüntülerinin yayınlanması sonucu ortaya çıktığını söylemektedir. Kitabın baş karakteri Katniss Everdeen ise Yunan mitolojisinde Theseus'dan yola çıkarak tasarlanmış, oyunlar da gladyatör oyunlarından esinlenerek kurgulanmıştır.

Sürükleyici olduğu kadar düşündürücü olan seriyi okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Özellikle 3. kitapta yönetmek, yönetilmek ile ilgili çok düşündürücü noktalar var. Kendi yaşantılarınızdan bile tanıdık sahneler bulabileceğiniz bir üçleme Açlık Oyunları. Spoiler vermemek adına daha fazla anlatmak istemiyorum. Okuyun, konuşalım, tartışalım diyorum :)

Sizler neler okuyorsunuz bu aralar. Tavsiye edebileceğiniz kitaplar var mı?

Sevgilerimle :)

17 Şubat 2014 Pazartesi

Sigarayı Bırakmak Üzerine

17 yaşında, ÖSS'ye hazırlanırken, pek tabii ki arkadaş etkisi ile başladım sigaraya. Sigara içen bir arkadaşıma kızıp, sen içersen ben de içerim gibi saçma bir tepki ile içtim hayatımdaki ilk sigarayı. Öncesinde denemişliğim bile yoktu. Keşke farklı şekilde kızsaymışım arkadaşıma diyorum şimdi :)
Yani 12 sene olmuş ben bu illete başlayalı. 12 senedir bir zehir kullanıyorum. 2-3 defa bırakmaya teşebbüs ettim ama başarısızlıkla sonuçlandı hepsi de. Normalde güçlü ve iradeli olan ben konu sigara olunca tüm yelkenlerimi suya indiriyorum. Bağımlılık böyle bir şey işte :(
Hep bir bahanesi vardır sigara içenin. Şu sınav bitsin, şu okul bitsin, bir iş bulayım, daha iyi bir iş bulayım, hele bir yükselme sınavlarımı geçeyim, evlilik telaşı bitsin, askerlik tamamlansın, yarın olsun, gelecek sene olun derken asla "hadi şimdi" diyemeyiz. Biz diyemedikçe de o zehir bizi iyice esir alır. Zevk aldığımızı düşünürüz sigaradan, stresi yenmemize yardım ettiğini, sinirlendiğimizde sakinleştirdiğini, işyerinde mola için bahane olduğunu ve bunlar gibi yine bir sürü bahaneler işte.
Gerçekse tamamen bağımlı, KÖLE olduğumuzdur. Kabul etmemek, gerçekle yüzleşmemek için istediğimiz zaman bırakabileceğimizi ama sigara içmeyi sevdiğimizi söyleriz herkese. Sigara içmeyenleri böyle kandırdığımız gibi biz birbirimizi bile böyle kandırırız. Çünkü buna inanmayı tercih ederiz.
Bu kadar atıp tutuyor olmama rağmen ben de hala sigara içmekteyim. Ben bu yazıyı yazarken tarih 15 Şubat. Ancak ben bu yazıyı 17 Şubat'ta yayınlanmak üzere programlayacağım. Ve umuyorum ki siz bu yazıyı okurken ben son sigaramı çoktan söndürmüş olacağım. Belki biraz gergin, çokça sinirli ve de korkuyor olacağım ama yine de deniyor olacağım.
Bir süredir kendimi hazırlamaya çalışıyordum. Kimseleri dinlemek istemiyorum bu konuda. Kimse bana akıl vermesin, hatta yapabilirsin bile demesin isiyorum. Baskıya değil sadece desteğe ihtiyacım var. Ama bu destek aslansın, kaplansın desteği değil. Ben sinirliyken, bunu aşmaya çalışırken anlayışlı olunmasına, kaprisimin çekilmesine ihtyacım var sadece. Kolay olmayacak çünkü biliyorum.
Kimileri dedi ki azaltarak sigara bırakılmaz, birden bırakacaksın. Tamam, peki siz çok biliyorsunuz ve öyle bıraktınız, ya da bırakamadınız hatta belki de hiç içmediniz ama ben öyle yapmıyorum. Ben 1 Şubat'tan beri sigarayı azalttım. Günde 8-10 tane yerine 3-4 tane içmeye başladım. Özellikle öğlen yemeklerinden sonra sigara içmeyerek yemek sonrası sigara bağımlılığımı kırmaya çalıştım. Herkes aksini düşünürken bunu başardım da. Artık öğlen yemeklerinden sonra sigara aramıyorum. Kendimce  bırakma sonrası stresimi azaltmaya çalışıyorum. Gün içinde molaya çıkmaktan vazgeçmedim ama indiğimde 2 yerine 1 sigara içtim ve buna da alıştım. Şimdi tek sigara yeterli geliyor. Akşam yemeklerinden sonra mümkün olduğunca içmemeye çalıştım ama çok canım istediğinde de kendimi fazla sıkmadım. Şimdi günde 3-4 sigara ile mutlu bir hayat sürüyorum.
Bir yandan da kendimi iğrendirmeye çalışıyorum. Sigara kokan birisi geldiği zaman, bak sen de böyle iğrenç kokuyorsun, saçlarına, üstüne siniyor bu koku, insanların midesini bulandırıyorsun diyorum. Bak cildine o kadar bakıyorsun ama yine de sigaranın zararlarına karşı koruyamıyorsun onu, çirkin yaşlanacaksın sen sigara içersen diyorum. Spor yaparken çabuk tükenmeye başladın, gençken hissetmiyordun etkisini ama bak artık nefes nefese kalıyorsun, ileride daha da kötü olacak iki merdiven bile çıkamayacaksın diyorum. Çocuğun olursa bir gün senin yüzünden o da bağımlılığa daha yatkın olacak. Kurtul ki onu da koru diyorum. Diyorum da diyorum işte :)
1 Mart'ı kendime hedef koymuştum ama sonra iş yerinden bir arkadaşım Allen Carr'ın Sigarayı Bırakmanın Kolay Yolu kitabını verdi bana. Kitap eski bir tiryakinin sigara bırakma yönetimini anlatıyor. Hem de kilo almadan, stres yaşamadan vs. Ayrıca bir de hipnoterapi cd'si hediye ediyor. Etiler'de de bir merkezleri var orada seminere katılarak da sigaradan kurtulabiliyorsunuz. Çok da bilmediğimiz şeyler filan yazmıyor kitapta. Söylediklerini yapabileceğini filan da düşünmüyorum. Sadece kitabın bir yerinde şimdi son sigaranızı için diyor ve oraya ne zaman geleceğimi bilmiyorum. Bir anda çıkacak işe karşıma. İşte son sigaramı gerçekten de o noktada yakmaya karar verdim. O yüzden okumaya devam ediyorum kitabı. Ve işte o gün ya bugün (15 Mart) ya da yarın. Yani dediğim gibi bir aksilik olmazsa siz bu yazıyı okurken ben sigarayı bırakmış olacağım...
Bana sabır dileyin ne olur. Başarma gücü dileyin. Bir de fazla kilo almamamı dileyin. Bildireceğim size durumları :)

Sevgilerimle,

15 Şubat 2014 Cumartesi

Saç Bakımı Yazı Dizisi No:8 Son Sözler

Saç bakımı hakkında söyleyecelerim önceki 7 postum kadar :) Ancak elbette hiç bir ürün sizin için mucizeler yaratamaz. Sadece destek olabilirler.

Size düşenler ise düzenli ve sağlıklı beslenmek, bol bol meyve-sebze tüketmek, proteini eksik bırakmamak.


Sigara kullanmamak. (bu konuya sonra eğileceğiz. Siz benim yaptıklarımı yapmayın, yap dediklerimi yapın işte :) )


Bol bol su içmek.


6-8 haftada bir saçlarınızın kırıklarını aldırmak.


Ayrıca benim gibi eğer çok yıpranmış saçlarınız varsa diye söylüyorum keratin bakımını es geçmeyin. Sağlıklarına kavuşana kadar ayda 1 yaptırdım. Şimdi 2-3 ayda bir olarak devam ediyorum. Bir de Natura Keratin'i keşfettim ama henüz deneme fırsatım olmadı. Bu firma hem düzleştirme amaçlı brezilya fönünü hem de sadece keratin bakımını evde yapabilmemiz için setler hazırlamış. Ürünleri için formaldehit içermiyor ve sert kimyasallardan da arındırılmıştır diyor. Gerçi biraz altında da 15 yaş altı çocuk, hamile ve emziren bayanlar için sakıncalı diyor. Yani kimyager değilim anlamıyorum işte bu kadarından ama yine de evde keratin bakımı denemek isteyenler için bir tercih olabilir diye düşünüyorum. Kullanan ya da bilen varsa lütfen deneyimlerinizi benimle de paylaşın :)

Son olarak da saçlarınızı yıkadıktan sonra son durulama için bir bardak suya bir tatlı kaşığı elma sirkesi koyup karıştırın. Saçlarınızın nasıl da parlaklaşacak göreceksiniz...

Böylece bu serinin sonuna gelmiş bulunuyoruz :) Sevdiniz mi sevmediniz mi yazı dizimi söyleyin tamam mı. Umarım yararlı bilgiler verebilmişimdir.

Sevgiyle kalın :)

12 Şubat 2014 Çarşamba

Saç Bakımı Yazı Dizisi No:7 Milk Shake Saç Bakım Köpüğü

Hayatıma giren son güzellik bu köpük.. Birkaç blogda okumuştum bu ürünü. Kokusunun o kadar harika olduğunu söylüyorlardı ki ben de kuaförüme sormaya karar verdim. Saçlarımın güzel kokması konusunda biraz hassasımdır. Fön çekince saçlardaki şampuan kokusu ne yazık ki yok oluyor. Ben sigara da kullandığım için (bu yakın zamanda başka bir post konusu olacak çünkü bırakma savaşına girmeme çok az kaldığını hissediyorum artık) saçlarımın güzel kokmamasından şikayetçiyimdir hep. Geçen haftalarda kuaföre milk shake diye bir ürün varmış sizde bulunuyor mu diye sordum ve yanıt 2 gün sonra geliyor oldu. Doğru düzgün neye yaradığını bile bilmememe rağmen çok güzel koktuğunu ve kokusunun kalıcı olduğunu okuduğumdan hemen bir tane ayırttım ve 2-3 gün sonra gidip aldım.


200 ml.si 53 TL. Ürünün yoğun nemlendirme ve koruma özelliği var. Fön öncesi uygulanırsa saçı ısıya karşı koruyor. Islak, nemli ya da kuru saça uygulanabiliyor. Durulanmyor. İçeriğindeki süt proteinleri ile saça bakım yapıyor, parlatıyor ve besliyor. Köpük formda. Kullanmadan önce şişeyi çalkalayıp baş aşağı çevirip bir miktar avucunuza sıkıp saçınıza yediriyorsunuz.

Besliyor mu beslemiyor mu inanın hiçbir fikrim yok. Ama kokusu bir harika. Saçlarınız vanilyalı milk shake kokuyor. Aslında bir sonraki yıkamaya kadar kaldığı iddia ediliyor ama bende ki dayanma süresi sadece 1 gün. Ertesi sabah saçımı yıkamasam dahi yeniden sürmem gerekiyor. Kesinlikle normal köpükler gibi yapış yapış bir hissi yok. Aksine saçları yumuşacık yapıyor ve kuru saça dahi uygulansa saçın formunu bozmak ya da yağlandırmak gibi bir durumu yok. Ürün nemlendirici olarak vücudunuza da kullanılabiliyor ancak ben sadece saçıma sürüyorum. Ama gerçekten kullanım sonrası ellerimi yıkama ihtiyacı hissetmiyorum. Hızlıca emilip gidiyor ve geriye sadece yumuşaklık hissi kalıyor.

Dediğim gibi ben her sabah az miktarda sıkıp saçıma sürüyorum ve o koku ile bütün gün mutlu oluyorum. Bir de iş yerinde durup durup saçımı koklamaktan vazgeçsem iyi olacak aslında ama dayanamıyorum. O kadar güzel ki :)

İçeriğini fotoğrafa tam sığdıramadım ama yine de görmek isteyenler için aşağıya koyuyorum.


Aranızda bu ürünü deneyen ve benim gibi aşık olan başka kimse var mı?

9 Şubat 2014 Pazar

Saç Bakımı Yazı Dizisi No:6 Softem Saç Bakım Yağı

Bugün sizleri en doğal saç bakım ürünüm ile tanıştırmak istiyorum. Kendisini Watsons'tan sadece 15 TL'ye almıştım ve oldukça da memnun kaldım.

İçeriği tamamen doğal olan bu saç bakım yağı benim saçımın kuruluğunu gidermede en büyük yardımcılardan birisi.

100 ml'lik ürünün içinde susam yağı, badem yağı, çam terebentin yağı, çörekotu yağı, zeytinyağı, ısırgan yağı, defne yağı, jojoba yağı, hawai cevizi yağı, biberiye yağı, mersin yağı ve e vitamini var. Başka da hiçbir şey yok. Bu kadar doğal bir ürünü ancak aktarda hazırlatabileceğimi düşünürken karşıma çıkan bu kutunun içeriğini okuyunca direk sepete atmıştım :) Fiyatının uygun olması da bir başka artısı tabii.


Ben banyodan 2 saat kadar önce saç diplerim de dahil olmak üzere tüm saçıma masaj yaparak uyguluyorum ve önce streç film üstüne de bir havlu sarıp, evin içinde fazla göze çarpmamaya çalışıyorum. Nitekim evli kadının derdi de bunlar işte. Maskelerimi bile adam spordayken yapmaya çalışıyorum aman görmesin o hallerimi diye :)

Sürerken çok yoğun bir kokusu var. Gerçi ben seviyorum ama hassasiyeti olanlar koklamadan almasınlar derim. Yıkanıp fönlendikten sonra koku büyük ölçüde kayboluyor ama çam terebentin kokusu biraz daha inatçı saçınızdan uçup gitmek konusunda. Eğer sevmiyorsanız bu konu canınızı sıkabilir diye düşünüyorum.

Kutusunda haftada 2 defa kullanılabilir yazıyor. Ben haftada 1 kullanıyordum ama yavaş yavaş 2 haftada bire düşürmeyi planlıyorum. Bazen saçımdan arındırmakta zorlandığımı hissediyorum. Banyodan sonra kullandığım bakım kremim ve yağım da olduğu için tamamen vazgeçmek değil ama kullanım sıklığını azaltmaya karar verdim.

Yoksa kesinlikle tekrar tekrar alacağım bir ürün ki zaten dibini gördüğüm için en kısa zamanda Watsons'a uğrayıp stoklamam gerekiyor.

Sizin aktarda hazırlattığınız ya da tek başına sürdüğünüz bakım yağlarınız var mı?

7 Şubat 2014 Cuma

Saç Bakımı Yazı Dizisi No:5 Marrakesh X Leave-In Treament&Detangler

Marrakesh serisinin benim elimdeki son ürününü tanıtacağım bugün sizlere. Marrakesh X durulanmayan bakım kremi...

Bu ürün de elime daha önce bahsettiğim setle birlikte geçti. O gün bugündür de Marrakesh Oil ile birlikte beni saç kremi kullanmaktan kurtaran kahramanlar olarak hayatımda yer almaktalar. Saçlarım kuru oldukları için (artık eskisi kadar kötü olmasa da hala haftada 2'den fazla saç yıkayamıyorum) hem bakım sütünü hem de yağını kullanmama rağmen saçımda bir ağırlık oluşturmuyorlar. Zaten ürünler yağlandırma yapmıyorlar. Saç tarafından hızlıca emilme özellikleri var.


Kenevir ve argan yağı özü içeren bu krem tüm saç tipleri için dizayn edilmiş. Saçınızı nemlendiriyor ve ısı ile şekillendirme sırasında koruyor. Parlaklık veriyor, düzleştiriyor, elektriklenmeyi kontrol ediyor, uçuşmayı engelliyor, saç rengini koruyor, saçı güçlendiriyor, kırılmayı engelliyor ve saçı güneşten koruyor. Yapamadığı bir yemekle temizlik anlayacağınız :)

Paraben ve türevlerini içermiyor.  Hayvanlar üzerinde test edilmiyor.

Dediğim gibi benim için zor vazgeçilecek bir ürün. Özellikle krem kullanmadığım zamanlarda saçımı hızla yumuşatıp sorunsuz açmaya yaraması nedeniyle benim kalbimi çoktan kazandı kendisi :) Ayrıca ısıya karşı saçlarımı iyi koruduğunu gözlemliyorum. Bu kremi kullanmaya başladığımdan beri özellikle düzleştirici kullanırken saç uçlarımda cızrtt sesleri duymamaya başladım. Bu da içimi çok rahatlatıyor çünkü ne zaman o sesi duysam benim de içim cızrtt ediyordu :(

Yalnız yağın aksine bu ürünü kuru saçıma uygulamıyorum. Sadece banyodan çıktıktan sonra havlu ile nemi alınmış saça yağdan önce sürüyorum. Kuru saça sürüldüğünde yağlanmaya sebep olabilir gibi geliyor.

Gerçekten de fönümün daha dayanıklı olmasını sağlıyor ki bu da benim gibi haftada 2 defa saçını fönleyen biri için önemli bir kriter.

Özellikle benim gibi krem kullanmak istemeyen ama saçlarını nasıl yumuşatacağını düşünen ya da saçları kuru olduğu için krem haricinde banyo sonrası bakım kremi arayan ve yine benim gibi üşengeç olduğu için durulanmayan bir ürün isteyen herkese tavsiye ediyorum. Alın-kullanın :)

Ben setin içinde aldığım için kuafördeki fiyatını bilemiyorum ama internette 68 TL'ye bulunuyor.

Tam içeriği de aşağıdaki gibi..


Sizin kullandığınız durulanmayan bakım kremleri var mı? Ya da siz üşenmeden banyo sonrası maske yapıp sonra onu bir daha yıkayabilir musunuz?

4 Şubat 2014 Salı

Saç Bakımı Yazı Dizisi No:4 Marrakesh Oil

Yine Marrakesh ürünleri ile devam ediyorum yazı dizime. Bu defa bu markadan tanıştığım ilk ürün olan Marrakesh Oil ile karşınızdayım.



Bu ürün benim favori saç bakım ürünüm. 2 kutu bitirdim, 22 kutu daha bitiririm tahminen :)

Bir kere içeriğinde sadece argan yağı özü değil kenevir de var. Saçlarınıza krem yapmasanız bile elinize 2-3 damla bu yağdan alıp saçlarınıza iyice yedirin bakın bakalım bir daha krem kullanmaya gerek kalıyor mu :) Yumuşacık olan saçlarınızın kuruma süresi de kısalıyor. Vallahi kısalıyor :)

Saçı ısıya karşı koruduğu için fön ya da düzleştiriciden önce kullanılması mühim. Ancak ben fönden sonra da 1 damlacık üstüne sürüp elektriklenmeyi yok ediyorum. Ürünü saçın dibine sürmüyoruz. Sadece boylarına ve özellikle de uçlarına kullanıyoruz ama zaten ürün kesinlikle yağlandırma yapmıyor. Harika bir kokusu var ve hemen de uçup gitmiyor.

Ben bazen sabah işe gitmeden kuru saçıma bile 1 damla sürüyorum. Özellikle sabahları düzleştirici ile saçlarımı düzelteceksem kesinlikle bu ürünü sürmeden saçımı ısıya tutmuyorum.

Saçların daha kolay şekil almasına yardımcı olan bu yağ inanın bana saçla ilgili bütün sorunlarınızın çözümü :)

Markanın diğer ürünlerinde olduğu gibi bu yağda da paraben filan yok ve tabi ki hayvanlar üzerinde test edilmiyor.

İşte içeriği..


Sizlerin arasında da bu ürünü kullanan veya kullanmayı düşünen var mı? Veya kullandığınız ve tavsiye edebileceğiniz başka argan yağı var mı?

30 Ocak 2014 Perşembe

Saç Bakımı Yazı Dizisi No:3 Marrakesh Şampuan ve Saç Kremi

Daha önceki yazımda da bahsettiğim gibi ben iki farklı şampuan kullanıyorum. Çünkü ikisinden de vazgeçemiyorum :) İşte bugün size kullandığım diğer şampuanı tanıtacağım.

Marrakesh Amerikan menşeli bir marka. Ben kendisi ile yaklaşık 2 sene önce oturduğumuz sitenin kuaföründe tanıştım. İlk önce daha sonraki yazılarımda bahsedeceğim argan yağını kullanmıştım. Sonra bir kampanya ile sampuan ve saç kremini de içeren bir set aldım ve o kadar memnun kaldım ki seti yedekledim. Bizim kuaförde ayrı ayrı fiyatları ne kadar bilmiyorum ama internetten gördüğüm kadarı ile şampuan 48, saç kremi ise 54 TL. Dediğim gibi ben bu iki ürünle birlikte argan yağı ve bakım sütünü de içeren bir seti 160 TL'ye aldım.



Şampuan hint keneviri ve argan yağı içeriyor. Tüm saç tiplerini nazikçe temizliyor. Saçların canlı ve kuvvetli olmasını sağlayacağı gibi ilk kullanımdan itibaren parlaklık ve gücü de hissedeceğinizi iddia ediyor.
Paraben, propilen, sülfat ve boyar madde içermiyor.
Hayvansal içeriği yok ve hayvanlar üzerinde test edilmiyor.


Ürün gerçekten de vadettiklerini yerine getiriyor. Sülfat olmadığı için az köpürüyor ama temizlendiğini hissediyorsunuz. Bunu tekrar tekrar söylemek istiyorum. Lütfen şampuan az köpürüyor diye saçınızın temizlenmediğini düşünmeyin. Yani bütün dert köpükse o zaman kafamıza deterjan da sürebiliriz öyle değil mi? O çok köpüren market şampuanlarındaki zararlı maddelerin saç derinizden içeriye sızarak size gelecekte kötü sürprizler hazırlıyor olmaları oldukça muhtemel. Sağlığımızı korumanın bir yolu da cildimize sürdüğümüz her türlü ürünün içeriğini bilmek ve mümkün olabildiğince tehlikeli maddelerden uzak durmak.

Benim yorumlarıma gelecek olursak, piyasadaki argan yağlı olduğu iddia edilen bütün şampuanlara göre çok daha etkili bir ürün olduğunu saçımı yumuşacık yapmasından anlıyorum. Ayrıca kokusu mükemmel ama çok kalıcı değil. Gerçi bu benim saçlarımı fönlüyor olmamdan da kaynaklanıyor olabilir :)

Gerçekten saçlarımı daha güçlü hissediyorum ve sağlıklarına kavuşmalarındaki en önemli karakterin de bu şampuan olduğunu düşünüyorum.

Ürünün içeriği aşağıdadır.

Aynı serinin saç kremini de sete dahil olduğu için aldım. Zaman zaman kullanıyorum ve bir önceki yazımda bahsettiğim Organix markasının saç maskesine göre daha iyi olduğunu düşünüyorum. Saçları fazla ağırlaştırmadan yumuşacık yapıyor. Şampuandan sonra saçta 2-3 dakika bekletmek fazlasıyla yeterli oluyor. Saçın elektriklenmesini önlüyor ve şampuana destek olarak saçın güçlenmesine yardımcı oluyor. Ama yine de ben hala kremlere karşıyım :)


Her iki ürünün de bence en önemli özelliği her saç tipi için kullanılabilmeleri. Ayrıca boyalı, gölgeli ve röfleli saçların genellikle kazık kesmesine neden olan sülfatsız şampuanların aksine marrakesh ürünleri bu saç tiplerine özellikle tavsiye ediliyor. Ki benim saçlarımda da boya olmasına rağmen sertleşme sorunu yaşamadığım gibi aksine saçlarım yumuşacık oluyor.

Kremin içeriğine bakmak isterseniz

Sizler ne tür şampuanlar kullanıyorsunuz? Özellikle saçlarımı gürleştirecek bir önerisi olan varsa duymayı çok isterim :)

28 Ocak 2014 Salı

Saç Bakımı Yazı Dizisi No:2 Organix Moroccan Argan Creme Sheer Opulence Masque

Geçen gün başladığım saç bakım yazısı dizime yine Organix markasının argan yağlı krem maskesi ile devam ediyorum.

Ekstra nemlendirici lüks Moroccan argan ışıltı veren maske, içeriğinde bulunan krem haline getirilmiş argan yağı sayesinde saçlara derinlemesine etki ederek, saç kütüküllerini sürüzsüzleştirip, yumuşak ve parlak bir görünüm kazandırmayı vadediyor.

Sülfat ve paraben içermiyor, hayvanlar üzerinde test edilmiyor.

Deniz ve havuz suyuna maruz kalmış, açılması zor saçları kolayca açabilmek için ihtiyacı olan günlük bakımı sağlayabilmek amacıyla her banyoda kullanılabiliyor.

Yurt dışında 7,5 dolar, Türkiye'de ise 40 TL civarında bir fiyatı var.


Özellikle saçlarınız çok kuru ise bu maske bulunmaz bir nimet. Arkasında da yazdığı gibi şampuan sonrası saçlarıma sürüp 3-5 dakika beklettikten sonra saçlarım ipek yumuşaklığına kavuşuyor. İşlem görmüş ve kolay açılmayan saçlar için birebir. İçeriğindeki keratin saçlarınızı onarmaya yardımcı. Kokusu harika. Saçlarımda elektriklenmeyi engelliyor. Ayrıca saçlarıma ışıltı da kattığını düşünüyorum.

Ancak geçen yaz sırtımda ve kollarımda çıkan alerjik sivilcelere saç kremlerinin neden olmuş olabileceğini düşünüyorum. Nedense tam saçlarımın bittiği hizaya kadar çıkan, krem kullanmayı kesene kadar geçmek bilmeyen (doktorun verdiği bir yığın ilaca rağmen) ve gerçekten krem kullanmayı bırakınca birden düzelen bu durum beni bütün saç kremlerinden soğutmuş bulunuyor.

Ben de çareyi banyodan krem yapmadan çıkıp sonrasında sırtımı ve kollarımı havlu ile koruyarak nemlendirici bakım ürünleri uygulamada buldum. Sivilceler tamamen geçtiği için arada sırada bu ürünü kullanmaya devam ediyorum ama bu sefer de banyodan sonra sürdüğüm ürünlerle birleşince saçlarımda ağırlık oluşuyor.

Anlayacağınız, boşa gitmesin diye arada sırada kullanıp bitireceğim elbette ama ben bu ürünü bir daha almayacağım.  Yine de çok kuru saçlarınız varsa tavsiye edebileceğim bir ürün kendisi.

İçeriğine bakmak isterseniz..

Siz saçlarınızı açmak için hangi yöntemi kullanıyorsunuz? Çok yakın bir arkadaşım krem kullanmayınca başka ne ürün kullanırsa kullansın saçlarını yumuşak hissetmediğini söyledi. Ben böyle bir sıkıntı çekmiyorum. Ya da çekmediğimi zannediyorum :) Siz ne düşünüyor, neler yapıyorsunuz bu konuda?

25 Ocak 2014 Cumartesi

Saç Bakımı Yazı Dizisi No:1 Organix Moroccan Argan Oil Şampuan


Saç bakımı üzerine bir yazı dizisi paylaşmaya karar verdim ki sizleri de deneyimlerimden haberdar edebileyim. 

Öncelikle söylemem gerekir ki 18 yaşımdan beri saçımda çeşitli renklerde balyaj, gölge ve komple boya denemelerim olmuştur. Ayrıca saçlarım avuç avuç dökülürdü ve kendimi bildim bileli de hep çok kurudur. Öyle ki eskiden 1 hafta yıkamasam kimse anlayamazdı. Kimi insanlar bunun bir avantaj olduğunu düşünse de aslında saçın kendi yağı ile beslenmesi saç sağlığı açısından çok önemlidir. Aksi halde kuru, mat görünümlü ve sürekli kırılan, sağlıksız gözüken saçlarınız olur. Nitekim ben de senelerdir böyle saçlarla dolaşır ve hacimli, sağlıkla parlayan saçlara bakıp bakıp gıpta ederdim.  Hala istediğim kadar gür değiller saçlarım ama sanırım onu da ince telli olmalarına borçluyum ve tahminen yapacak pek birşey de yok :)

Saçlarımı sağlığına kavuşturma projem bundan yaklaşık 3 yıl önce eşimin kızıl saçlarımı kahverengiye boyatmamı istemesi ile başladı. Madem açıcı kullanmayı ve sürekli boyamayı gerektirmeyen bir renge geçiş yapıyorum bari biraz gayretle şu saçları da adam edeyim dedim ve organik boya ile boyatmaya başladım. Bundan 3-4 ay öncesine kadar da organik dışında saçıma boya sürdürmedim.  Yine yoğun bakım dönemimin değişmez uygulamaları ise her boyadan sonra keratin bakımı yaptırmam ve en fazla 2 ayda bir saçlarımın ucundan bir parmak kestirmemdi. Evet saçlarınız pek uzayamıyor 2 ayda bir kestirdiğiniz için ama sağlıklı gözükmeyen uzun saç istemiyorum dedim ki zaten saçlarım da pek kısa sayılmazlar yine sırtımın yarısını kapatıyorlar. 


Buraya kadar size kuaför maceralarımdan bahsetmiş oldum. Şimdi ise gelelim yazımızın asıl önemli kısmına. Evde hangi ürünleri, ne sıklıkla, nasıl kullanıyorum ve bu ürünlerle ilgili neler düşünüyorum bakalım...


Bugün size birçoğunuzun da bildiği, en azından duyduğu bir markadan, Organix'ten bahsedeceğim.
Ben bu marka ile Amerika'da tanıştım ve hem şampuanını hem de saç kremini 9'ar dolara satın aldım. Türkiye'de ise şampuanı 35 TL ile 40 TL arasında fiyatlara bulabiliyorum.




Organix Moroccan Argan Yağlı Şampuan

  • Ürün, kendi tanıtımında, kuru ve yıpranmış saç tellerine anında nüfuz edip nemlendirmeyi, yenilemeyi, saçlarınızı yumuşatmayı ve ışıltı katmayı vadediyor.
  • Bununla da kalmayıp mevsimsel ve hastalığa bağlı saç dökülmelerini engellemede etkili olup, dökülen saçların yeniden çıkmasına ve saçların sağlıkla uzamasına yardımcı olacağı söyleniyor.
  • İçeriğindeki Omega 3 ve Omega 9 yağ asitleri ile zarar görmüş saç köklerini orarmaya yardımcı oluyor.
  • UV ışınlarına ve çevresel kirliliğe karşı da koruyucu.
  • Serbest radikallere karşı güçlü bir anti-aging etkisi sağlıyor.
  • Fosfat içermediği için boyanın kalıcılığını artırmaya da yardımcı oluyor. Ayrıca paraben ve sülfat da içermiyor.
  • Ürün hayvanlar üzerinde test edilmiyor ve kutusu da doğada %100 çözünüyor.


Kendi yorumlarıma gelecek olursak gerçekten de bir dönem yaşadığım yoğun saç dökülmesini engellediği doğrudur. Mevsim dönümlerinde bile artık avuç avuç saçla birlikte göz yaşı dökmeye son vermiş bulunuyorum ki ben bu yüzden doktora bile gitmiş ve çözüm bulamamış biriyim. Sırf bu nedenle bile yeniden alabilirim bu ürünü. 

Sülfat içermediği için fazla köpürmüyor. Bu da bazı insanlarda iyi temizlemiyormuş hissi uyandırıyor. Buna benim kuaförüm de dahil. Hafta içi iş dönüşü şampuanımı da alıp saçımı kuaförde yıkatıp fönletirken her seferinde o kadar ürün kullanmana gerek yok diyorum ama köpürmüyorsa temizlenmez mantığıyla döküyor da döküyor şampuanı :) Siz siz olun şampuan köpürmüyor diye temizlemez sanmayın. Evet, ilk yıkamada az, ikinci yıkamada ise orta köpürme yapıyor ama inanın temizlik hissi değme şampuanlara taş çıkartır. Ayrıca kokusu da bir harika. 


Özellikle işlem görmüş saçlarda vadettiği gibi bir yumuşaklık sağlamıyor. Mutlaka krem kullanılması gerekli. Ancak ben krem kullanımını bıraktığım için banyodan sonra daha sonraki yazılarımda bahsedeceğim bakım sütü ve yağlarla da yeterli yumuşaklığı elde ediyor ve saçlarımı rahatlıkla tarayabiliyorum. Ancak tahminim saçı işlem görmüş bir çok insanın bu sampuanı kremsiz kullanamayacağı yönünde. Başından uyarmış olayım :)


Saçlarım eskiye oranla oldukça parlaklar ama bunu sağlayan ürünün hangisi ya da hangileri olduğunu bilemediğim için bu konuda yorum yapamayacağım.


Genel olarak ben şampuandan memnunum ve kullanmaya devam edeceğim. Saçlarımı haftada 1 gün bu şampuanla yıkıyorum. Diğer yıkamada ise farklı bir ürün kullanıyorum. Zaten daha fazla da yıkayamıyorum aksi halde çok kuruyorlar.


İçeriğini incelemek isteyenler de aşağıda görebilirler.


Siz dökülmeyi önlemek için neler yapıyorsunuz? Kullandığınız şampuan veya bakım ürünlerini benimle de paylaşır mısınız?

Sevgiyle kalın :)